21. Yüzyıl Türkiye-Rusya İlişkileri

Текст
Автор:
0
Отзывы
Читать фрагмент
Читайте только на ЛитРес!
Отметить прочитанной
Как читать книгу после покупки
  • Чтение только в Литрес «Читай!»
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

Kitabın Organizasyonu

Bu kitap, giriş bölümünü takip eden dört bölümden oluşmaktadır. Bu bölümden sonraki ikinci bölüm, Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin tarihî arka planını sunmaktadır. Üçüncü, dördüncü ve beşinci bölümler 2001 ile 2023 yılları arasında Türkiye-Rusya ilişkilerinin nasıl geliştiğini analiz eden ana bölümler olarak kabul edilebilmektedir. Sonuç bölümü yerine geçecek olan altıncı bölümde ise bu çalışmanın literatüre katkısı tartışılmakta, sınırlılıkları incelenmekte ve daha fazla araştırma için önerilerde bulunulmaktadır.

İkinci bölümün konusu, ikili ilişkilerin tarihî arka planıdır. Bu bölüm, iki ülkenin tarihî kökenleri ile alakalı kısa bir bilgilendirmenin ardından 15. yüzyılın sonlarında iki ulus arasındaki ilk diplomatik temaslarla başlamakta ve çağdaş döneme kadar uzanan ikili ilişkilerini incelemektedir. Türkiye ve Rusya, iki büyük Avrasya imparatorluğunun vârisleridir. Osmanlı ve Rus İmparatorlukları bir zamanlar Doğu Avrupa’dan Pasifik’e, Kuzey Kutbu’ndan Afrika’ya kadar olan bölgeye hâkimdi. Bu nedenle, bugün Türkiye-Rusya ilişkisinde gözlemlenen birçok önemli dinamik, derin tarihî köklere sahiptir. Bu hayati dinamiklerin örnekleri arasında Batı’nın, Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi’nde Rusya’yı dengelemesine yardımcı olma rolü, Rusya’nın yüzyıllardır devam eden ham madde ihracatı ve ülkeler arasındaki birbirini izleyen savaşlardan kaynaklanan güvenlikleştirme dinamikleri yer almaktadır. Bu bölüm iki kısımdan oluşmaktadır. İlk bölümde Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasındaki ilişkilere odaklanılmaktadır. Bu bölümde 19. yüzyılın sonlarına kadar olan ilişkiler incelenmektedir, ayrıca iki ulusun kökenleri ve gelişmeleri de özetlenmektedir. İkinci bölümde, 20. yüzyılda Türkiye ile Sovyetler Birliği/Rusya arasındaki ilişkilere odaklanılmaktadır.

Üç, dört ve beşinci bölümlerde ise 2001 ile 2023 yılları arasında Türkiye-Rusya ilişkilerinin nasıl geliştiği incelenmektedir. Kullanılan model doğrultusunda bu bölümlerin her birine, Türkiye ve Rusya’nın dönemin önemli gelişmelerine ilişkin dış politikalarını nasıl geliştirdikleri ve tepkilerinin Türkiye-Rusya ilişkilerini nasıl yeniden şekillendirdiği açıklanarak başlanmaktadır. Ardından, tepkilerinin Türkiye-Rusya bağlantı noktasında rekabet -çoğunlukla bölgesel kriz noktaları- ve iş birliği alanlarını -ikili ticaret ve enerji ilişkileri- nasıl etkilediği analiz edilmektedir.

Üçüncü bölümde Orta Doğu ve çevresinde yeni bir dönemin kapılarını aralayan ve 11 Eylül saldırıları sonrası gelişen süreçte gerçekleşen ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında dönüşen Türkiye-Rusya ilişkileri incelenecektir. Bu bölüm 2001 ile 2009 arasındaki dönemi ele almaktadır. İşgal sonrasında ABD’nin bölgeye gönderdiği binlerce asker ve meydana getirdiği askerî yığınak sayesinde Orta Doğu’daki etkisi görülür şekilde artsa da bu işgal ABD’nin küresel prestijini ciddi şekilde zedeleyerek yumuşak gücüne önemli bir darbe vurdu. En önemlisi de Irak işgalinin yarattığı yüz milyarlarca dolarlık masrafa rağmen bunun karşılığında işgalin bölgede yarattığı istikrarsızlık ABD açısından ek güvenlik masraflarına sebep oldu. Bu durum ABD dış politikasının sonraki dönemlerde bu alanda daha ölçülü davranmasına neden oldu. Bu dönem aynı zamanda Türkiye’de Erdoğan’ın, Rusya’da ise Putin’in iktidarlarının başlaması ve pekişmesi ile aynı döneme rastladı. Bu iki güçlü ve iddialı lider, ABD’nin kıtasından oldukça uzaktaki bir coğrafyada giriştiği işgale karşı küresel bir tepkinin olduğu bir ortamda ülkelerinin dış politika gündemlerini yeniden yapılandırma şansı buldu. İki ülkenin liderlerinin bu arayışı, Türkiye ile Rusya arasında yalnızca ikili düzeyde değil; aynı zamanda bölgesel ve küresel düzeyde de ABD’nin küresel ilişkilerdeki rolüne ilişkin görüşlerindeki uyumla paralel olarak iş birliğini teşvik etti. Irak’ın işgali bu bölümün odak noktası olsa da iki ülke arasındaki ilişkileri dolaylı olarak etkileyen Renkli Devrimler gibi diğer olayların etkisi de tartışılmaktadır.

Dördüncü bölümde Suriye Krizi ve Arap Ayaklanmalarının ardından gelişen süreçteki Türkiye-Rusya ilişkileri analiz edilecektir. Bu bölümde 2009-2016 dönemi incelemekte, 2009-2016 arasındaki ikili ilişkiler ele alınmaktadır. Arap Ayaklanmalarının ilk aşamasına tepkileri benzer olsa da Türkiye ile Rusya arasında kısa zamanda özellikle Suriye’nin geleceği konusunda belirgin bir ayrışma oluştu. Türkiye ve Rusya’nın Suriye İç Savaşı’na karşıt taraflarda dâhil olmasıyla birlikte, iki ülke arasındaki gerilim de buna paralel olarak önemli ölçüde arttı. Üstelik bu dönemde Türkiye’nin ABD ile arasının giderek kötüleşmesi ve Türkiye’nin müttefikleri ile koordinasyonunun azaldığı bu dönemde henüz bağımsız askerî ve siyasi girişimlerini sınırlı tutması; Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını zayıflattı. Bu durum bölgede ABD’nin giderek zayıflayan etkisi sonrası yaşanan boşluğu Rusya ve İran’ın doldurmaya başlamasına sebep oldu. Bu dönemde Türkiye, Rusya’nın artan etkisine karşılık bölgede kendi planlarını sürdürmeye çalışsa da Batılı müttefikleri ile azalan koordinasyon, Türkiye’nin yaşadığı iç problemler ve bölgedeki gelişmelerden ötürü bu konuda başarısız oldu. Türkiye’nin Suriye sınırı üzerinde uçuş yaparak Türkiye-Suriye sınırını ihlal eden bir Rus uçağını düşürmesinin ardından gelişen süreç, gerek Türk dış politikası gerekse Türkiye‐Rusya ilişkileri üzerinde önemli bir etki yapacaktı.

Beşinci bölümde 2016’da Türkiye’de yaşanan darbe girişimi sonrası Türkiye-Rusya ilişkilerinin tecrübe edilmemiş boyutlara ulaştığı 2016 ortası ile 2022 arası dönem incelenmektedir. Önceki iki dönemin aksine bu dönemdeki ilişkileri etkileyen en can alıcı gelişme, Türkiye’nin içinde yaşandı. Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi, ABD ile Türkiye arasındaki uçurumun derinleşmesinde önemli bir rol oynadı ve Türkiye’yi iddialı bir dış politika stratejisi benimsemeye teşvik etti. ABD’nin Orta Doğu’dan uzaklaşmaya devam etmesi bu eğilime önemli ölçüde katkıda bulundu. Bu değişiklik, Türkiye ile Rusya’nın bölgesel sorunların ortak çözümünde daha derin bir angajmanın yolunu açarken savunma ve enerji sektörlerinde daha geniş ortaklıklar ortaya çıkardı.

Sonuç bölümünde, gelişen dünya düzeni ile Türkiye-Rusya bağlantısının ve araştırmanın sonuçları incelenmektedir. Nihayetinde çalışmanın sonuçları incelenerek bu çalışmanın Türk dış politikası, Rus dış politikası, Türkiye-Rusya ilişkileri, bölgesel güçler ve gelişmekte olan küresel jeopolitik üzerine sürdürülen bilimsel çalışmalara katkıları tartışılmaktadır.

İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİNİN TARİHÎ KÖKLERİ

Bu bölümde Türkiye-Rusya ilişkilerinin tarihî arka planı analiz edilecektir. Bulundukları coğrafyanın başat iki gücü konumunda olan Türkiye ve Rusya yüzyıllar boyunca Karadeniz, Kafkasya ve Balkanlar’da nüfuz için birbirleri ile rekabet etmiştir. İki millet arasındaki etkileşim, onların millet olma serüvenlerinde önemli yere sahip olan göçler ile paralel gerçekleşmiştir. Bugünün Rus steplerine gelen Vikingler ve Moğolların hâkimiyetinden evvel Ruslar, küçük bir Baltık halkıydı. 18. yüzyılda ise Karadeniz’in en heybetli gücü olmak için büyüyecek ve diğer varlıklara hükmedeceklerdi. Diğer tarafta Türkler, birkaç yüzyıl içinde Orta Asya’dan göç ettikleri bugünkü Orta Doğu ve Balkanlar’ın başat gücü hâline geleceklerdi.

Bu bölümün temel amacı iki ülkenin çevrelerindeki siyasi ve stratejik dengelerin değişimine karşı geliştirdikleri politikaların ikili ilişkileri tarih boyunca nasıl şekillendirdiğini göstererek ana argümanı desteklemektir. Bu bölüm, ayrıca ikili ilişkilerde 21. yüzyılda da geçerliliğini koruyan birçok mesele hakkında genel bilgi sağlamaktadır. Son olarak değinildiği üzere tarihî süreçte iki ülke arasındaki rekabet, ilişkilere hâkim olan ana dinamik olarak öne çıkmaktadır. Fakat kitabın ana odak noktası olan 21. yüzyılın Türkiye‐Rusya ilişkilerinde iş birliğinin öne çıktığı gözlenmektedir. Bu durum tarihî süreçte de ikili ilişkilerde gözlenen bir durumdur. 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması dönemi veya 1925 Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması dönemi örnek verilebilir. Bu bölümlerin analizi de sonraki bölümlerdeki 21. yüzyıl Türkiye-Rusya ilişkilerinin incelemesine ışık tutacaktır.

Bu bölüm, iki alt bölümden oluşmaktadır. İlk alt bölümde Osmanlı İmparatorluğu ile 18. yüzyıldan itibaren Rus İmparatorluğu’na dönüşecek olan Moskova Prensliği arasındaki ilişkiler incelenecektir. Bu bölüm, iki ulusun oluşumunun kısa bir açıklamasıyla başlayacaktır. Ardından Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasındaki ilişkiler kronolojik olarak incelenecektir. Bu alt bölümdeki odak noktası ikili bağların inşasının ardından iki imparatorluk arasındaki birden fazla bölge üzerindeki rekabet olacaktır. İkinci alt bölümde ise Türkiye ve Sovyetler Birliği’nin iki post-emperyalist devlet olarak Türkiye-Rusya ilişkilerini yeniden şekillendirdiği 20. yüzyıl incelenecektir. İkinci bölüm, Türkiye ve SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) kuruluş aşamasının ve baskın stratejik kültürlerinin kısa bir analizi ile başlamaktadır. Sonrasında ise Türkiye ile SSCB/Rusya Federasyonu arasındaki ilişkilerin, devam eden jeopolitik çıkar çatışmasının ve Soğuk Savaş dinamiklerinin etkisi altında 20. yüzyıl boyunca nasıl geliştiği analiz edilecektir.

OSMANLI İMPARATORLUĞU İLE RUSYA İMPARATORLUĞU ARASINDAKİ İLİŞKİLER

Osmanlı Türkleri’nin ve Rusların Kökenleri

Osmanlı Türkleri

Osmanlı Türklerinin kökeni, Çin’in kuzeyinde bulunan Altay Dağları’ndaki Türk göçebelerine dayanmaktadır. MÖ 2. yüzyıldan itibaren bu bölgede değişen siyasi, ekonomik ve iklimsel koşullar göçebe halkların batıya doğru göç dalgalarını beraberinde getirmiştir. Bu dönemde göç eden bazı Türkler daha sonra İslam’ı benimsemiş ve Orta Asya’da Karahanlılar (840–1212) ve Orta Doğu’da Selçuklular (1037-1194) dâhil olmak üzere birçok önemli devlet kurmuşlardır.14 13. yüzyılın sonlarına doğru ise Moğol istilasının yarattığı göç dalgası sonucu Anadolu topraklarındaki Türk nüfusunun oranı da önemli ölçüde arttı. Moğol İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla Anadolu’daki Türk boylarının15 oluşturdukları müstakil beylikler de güçlendi. 13. yüzyılın sonlarında Anadolu’da ortaya çıkan ve İlhanlılar zayıfladıkça güçlenen bu siyasi varlıklar Uç Beylikleri olarak adlandırıldı.

 

Kuzeybatı Anadolu’ya yerleşen ve Osman Bey tarafından yönetilen bu beyliklerden biri,16 zayıflayan Bizans ve Moğol etkisinden dolayı genişlemek için oldukça iyi bir konumdaydı.17 Osmanlılar bu avantajı iyi kullanacaklardı. İstanbul’un fethi ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun yok olmasıyla Balkanlar üzerindeki Türk hükümranlığının karşısındaki büyük bir engel kalktı. Anadolu’daki diğer Türk boylarının da Osmanlı’ya çeşitli vesilelerle katılmasıyla Osmanlılar, Doğu Anadolu ve ardından Orta Doğu’da da hâkim güç konumuna geldi. 15. yüzyıldan itibaren gaza düşüncesi18 ile hareket eden Osmanlı; stratejik aklı, yeni edinilen topraklarda farklı inançlara karşı gösterilen hoşgörüsü ile çabucak üç kıtaya yayılarak bölgedeki en güçlü devlet konumuna geldi. 16. yüzyılda, Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır, Suriye ve Hicaz’ın fethi, Osmanlı İmparatorluğu’nu İslam dünyasında da en önde gelen otorite hâline getirecekti.

Moskova Prensliği’nden Rus İmparatorluğu’na Rusya

Günümüzdeki Rusların ataları olan Slav kabileleleri; bugünkü Rusya’nın batısında yer alan, kuzeylerindeki Fin ve Litvanya halkı ile bugünkü Ukrayna’da bulunan Türk halkları ile komşuydu.19 Bir siyasi oluşum olarak Rus milleti ise 9. yüzyılda, Rus adlı bir Viking (Varang) kabilesinin Baltık Denizi’nden gelerek yerel Slav nüfusu boyunduruk altına almasıyla Novgorod çevresinde meydana geldi. Rus adlı bu Viking kabilesi, yerel Slav kültüründe hızla asimile oldu ve zamanla siyasi varlığının merkezini güneydeki Kiev’e taşıdı. Kiev Ruslarının bölgede yerleşik hayata geçmelerinin ardından 980’de Ortodoks Hristiyanlığı’nı devlet dinleri olarak kabul ettiler. 13. yüzyıla gelindiğinde ise Kiev Rus Devleti, Moğol istilası sonucunda tarihe karıştı. Moğollar o dönemde bölgedeki küçük Rus prenslikleri ve Türk hanlıkları üzerinde de siyasi hâkimiyet kurdu. Sonraki dönemlerde Ruslar tarafından aslında bir Moğol kabilesinin ismi olan Tatarlar olarak adlandırılan Moğollar, siyasi merkezlerini Yukarı Volga Bölgesi’ndeki Saray şehri çevresinde kurdular. Moğol İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından İslam’ı benimseyen Moğol siyasi eliti, Altın Orda ismiyle bölgede hâkimiyetlerini sürdürdüler.

Altın Orda hâkimiyetindeki prensliklerden Moskova Prensliği elverişli jeoekonomisi, yetenekli liderleri, Moğol hanlarının teşviki ve Moskova’da kurulan bağımsız kilise yapısı ile hızlıca güç kazanmaya başladı. Altın Orda’nın bölgedeki hâkimiyetinin azalmasıyla Moskova’nın genişlemesi, özellikle IV. İvan (hükümdarlığı 1547-1584) döneminde ivme kazandı. 1547’de IV. İvan, Dominion Katedrali’nde “Tüm Rusların Çarı” olarak taç giydi ve bölgedeki tüm Slav prenslikleri üzerindeki otoritesini göstermiş oldu. 16. yüzyılın sonlarında Moskovalılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun görmezden gelemeyeceği bir güç hâline geldiler.

Erken Osmanlı-Rusya İlişkileri (1495-1783)

Osmanlılar ve Ruslar arasındaki resmî ilişkiler 15. yüzyılın sonlarında Moskova Knezliği’nin İstanbul’da elçi görevlendirmesi üzerine başladı. Bu dönemde Balkanlar’a doğru genişleme fikri, Osmanlı Devleti’nin dış politikasının temelini oluşturmaktaydı. Karadeniz’de başat güç hâline gelen Osmanlı Devleti kendilerine tabi olan Kırım Tatarlarını desteklemenin yanı sıra, Polonyalılar ve Moskovalılar ile de farklı vesilelerle ittifak yapacaklardı. Örneğin Altın Orda çöküp güç dengesi Kırım Hanlığı’nın lehine döndüğünde 16. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlılar, Moskova Knezliği’ni Polonya’ya karşı doğal bir müttefik olarak görüp destekledi. Moskovalılar, Kırımlıların gücüne erişmeye başlayınca ise Osmanlı Devleti de Ruslara karşı Kırımlıları desteklemeye başladı. Bu stratejinin temelinde Osmanlı’nın bölgedeki siyasi oluşumlardan birinin güçlenerek kendine tehdit hâline gelmesini engelleme çabası yatmaktaydı. Altın Orda’nın iyice zayıflamasıyla Moskova Knezliği, çevrelerindeki Türk hanlıkları ve Slav beyliklerini kendi hâkimiyetleri altına alarak güç kazanırken Osmanlı İmparatorluğu, 17. yüzyıla kadar Rus tehdidini ortadan kaldırmak veya azaltmak için belirleyici bir adım atmadı. Osmanlı Devleti’nin bölgedeki kontrolünü artırmak için yaptığı tek ciddi plan, iki büyük nehri birbirine bağlayacak olan Don-Volga Kanal Projesi’dir. Ancak bu proje de Orta Avrupa’daki gelişmeler ve Kırım’ın projeye karşı çıkması neticesinde gerçekleşmemişti.20

18. yüzyıl boyunca Rusya büyük idari reformlar gerçekleştirdi. Ordusunu yetenekli yöneticiler altında modernize eden Rusya, bu dönemde hızlıca Osmanlı’yı tehdit eder konuma gelecekti. 1695’te ilk Rus donanmasının kurulması dâhil olmak üzere bir dizi Batı tarzı reforma öncülük eden I. Petro (hükümdarlığı 1682-1725), Karadeniz kıyılarındaki Azak Kalesi’ni alma girişimiyle Osmanlıları şaşırtacaktı. Rus ordusunun savaş meydanlarında Osmanlı’ya üstünlük sağlamaya başlamasıyla birlikte güç dengesindeki değişim, ikili ilişkileri de etkilemeye başladı. Petro’nun çabaları ilk etapta Karadeniz üzerinde Rus üstünlüğüne yol açmasa da halefleri Osmanlı’nın kuzey sınırlarını zorlamaya devam etti. 18. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı İmparatorluğu’nun durgunluğu II. Katerina’yı (hükümdarlığı 1762-1796) Rusya’nın Karadeniz ve Akdeniz Bölgesi’ndeki etkisini genişletmeyi düşünmeye teşvik etti.21 1768-1774 Rus-Osmanlı Savaşı’ndaki zaferiyle Rusya, Karadeniz’e hâkim oldu ve Balkanlar’daki etkisini artırdı. Savaştan sonra Rusya, Balkanlar’daki Hristiyan milletleri koruma statüsünü elde etti ve 1783’te Kırım Hanlığı’nın bağımsız olmasını sağladı. Kırım Hanlığı, 1783 senesinde Rusya tarafından tamamen ilhak edilecekti.

Batı’nın Yükselişi ve Rus-Osmanlı İlişkileri

Sanayi Devrimi ve sömürgecilik faaliyetleri ile beraber Avrupa imparatorluklarının hem ekonomik hem de teknik üstünlük elde etmesi ve bu çerçevede gelişen sosyal/siyasi olaylar ile düşünce akımları, 19. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı ile Rus İmparatorluklarına ve aralarındaki ilişkilerine ciddi etkide bulundu. 19. yüzyılda Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyet alanında bulunan Balkanlar’da Müslüman olmayan Balkan tebaası arasında ayrılıkçı hareketleri kullanarak etkisini genişletti. Zayıflayan Osmanlı Devleti ise Rusya’ya karşı artık Batı’nın desteği ile ayakta kalmayı hedefleyecekti. Avrupa imparatorluklarının, özellikle Fransa ve Britanya’nın ise Osmanlı’ya destek vermek için farklı sebepleri vardı. Britanya’nın Güney ve Doğu Asya’daki kolonilerine giden en kısa yol olan Osmanlı Boğazları, Rusya’nın Akdeniz’e girişi için çok önemliydi. Aynı şekilde Fransa da Akdeniz’deki etkisini Rus yayılmacılığından korumak istiyordu. Böylece Batı’nın, Rusya gibi zorlu ve güçlenen bir rakiptense bu rotayı kontrol etmek için nispeten daha zayıf bir Osmanlı İmparatorluğu’nun devamını tercih etmesi beklenirdi. Bunun yanında Rusya’nın Akdeniz’de etkinliğinin artması, Fransa ve Britanya için bölgedeki güç dengeleri açısından tercih edilen bir durum değildi. Bu dönemde Batı’nın teknik üstünlüğünün bir diğer önemli sonucu da bu dönemde Rus ve Türk seçkinlerinin Batılılaşması olmuştu.

19. yüzyılın başlarından itibaren gücünü yitirmeye başlayan Osmanlı İmparatorluğu, milliyetçi ve ayrılıkçı hareketlerden, mali sorunlardan, Rus yayılmacılığının sebep olduğu toprak kayıpları ve Rusya ile yapılan savaşların maliye alanına getirdiği yükten dolayı muzdaripti. Bu dönemde Osmanlı Devleti ile Rusya, Osmanlı’nın iç meselelerinden kaynaklanan bir sorun dolayısıyla yakınlaşacaktı. 1830’ların başında Osmanlı padişahı, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmak isteyen Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’ya karşı İngiltere ve Fransa’dan yardım istedi. Fakat İngiltere, Osmanlı’nın destek talebini görmezden geldi ve Fransa, Mısır’ın yanında yer aldı. Mehmed Ali Paşa’nın ordusu Osmanlı başkentine doğru yol alırken Batı desteğinden yoksun kalan padişah bunun üzerine yardım istemek amacıyla Rusya’ya yöneldi.22 Bu hamleye olumlu cevap veren Rusya, İstanbul’a asker göndererek Osmanlı’ya destek verdi. Bu olayın ardından 1833’te Osmanlı İmparatorluğu ile Rus İmparatorluğu arasında Hünkâr İskelesi Antlaşması imzalandı. Antlaşma, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir savaşta Boğazları, Avrupa savaş gemilerine kapatmayı garanti ettiği gizli bir hüküm içeriyordu.23 Bu antlaşma Türkiye’nin, güçlü Batı’nın yokluğunda Rusya ile barış yaptığı ilk antlaşma olması bakımından Rusya açısından önemli bir fırsattı. Fakat yapılan antlaşma ve bu çerçevede Rus ordusunun İstanbul’daki varlığı, başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerini endişelendirdi. Bu noktada İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Palmerston, antlaşmayı ciddiye alarak bölgedeki barışı korumak ve muhtemel Rus etkisini kırmak için Rusya’ya karşı Osmanlı İmparatorluğu’nu destekleyen bir politika benimsedi.24 1841’de, 1833’te imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın geçerlilik süresinin sona ermesinin ardından, İngiltere’nin talebi üzerine Londra Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Rus İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve İngiltere’nin katıldığı antlaşmayla Boğazlar, tüm savaş gemilerine kapatılarak yalnızca ticaret gemilerine açıldı. Bu antlaşma, 1936’da imzalanacak olan Montrö Antlaşması’na temel oluşturacaktı. Fakat Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasından yararlanmayı amaçlayan Rus İmparatorluğu, Osmanlı yönetimindeki Kudüs’te yaşayan Ortodoks tebaaları üzerinde Osmanlı İmparatorluğu’na taviz vermesi için baskı yapmaya devam etti. Gerginlikler; Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve Fransa’nın birleşik kuvvetlerinin Rus İmparatorluğu’nu yendiği Kırım Savaşı’na (1853-1856) yol açtı.

 

Yine bu dönemde, Avrupa’nın iki imparatorluk üzerindeki ekonomik ve sosyal etkileri önemli ölçüde arttı. Askerî tekniklerdeki gelişmelerle birlikte Sanayi Devrimi ile başlayan süreçte Avrupa kuvvetleri, Osmanlı ve Rus ordularını geride bırakmaya başladı. Ayrıca, Avrupa’nın hareketli siyasi ve ideolojik atmosferi, Osmanlı ve Rus siyasi seçkinlerini ciddi manada etkiledi. Rusya İmparatorluğu’nda büyüyen işçi sınıfı, yükselen burjuvazi, bürokrasi ve ordudan kesimler, Çarlık otokrasisini sona erdirmeyi amaçlayan birçok siyasi hareket başlatmıştı. Bu hareketler, amaçlarına ulaşmak için kullandıkları araçlar ve Çarlık otokrasisinin yerini almak için kullanmak istedikleri sistemler açısından farklılık gösteriyordu. Çar II. Aleksandr (hükümdarlığı 1855-1881) Kırım Savaşı’ndaki yenilgisi üzerine Rusya’daki yarı köle durumunda bulunan toprak işçilerini (serf) özgürleştirse de hem bu değişiklik büyük oranda kâğıt üzerinde kaldı hem de II. Aleksandr daha radikal değişiklikler isteyen devrimcileri tatmin edemedi. II. Aleksandr’ın bir suikasta kurban gitmesinin ardınan oğlu III. Alexander (hükümdarlığı 1881-1894), babasının yerini aldı. III. Alexander hem uluslararası yatırımları Rusya’ya çekmek hem de Rusya’nın çevresinin merkez ile bağını güçlendirmek amacıyla büyük ekonomik reformlar gerçekleştirdi. 1905’te Çar II. Nicholas’ın (hükümdarlığı 1894-1917) grevler ve protestolar yoluyla siyasi katılım talep edenlere direnememesi üzerine Duma adı verilen, danışmanlık rolüne sahip Rus Parlamenter Meclisi kuruldu.

Aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu da bir tür reform süreci yaşadı. Batı yönelimli Osmanlı reformları, Avrupa tipi bir ordu kurmaya çalışan III. Selim’in halefi II. Mahmut (hükümdarlığı 1808-1839) tarafından başlatıldı. II. Mahmut, Osmanlı İmparatorluğu’nun yalnızca askeriyesinde değil; aynı zamanda hukuki ve idari yapılarında da Avrupa tarzı reformlar yaptı. II. Mahmut döneminde özellikle askerî alanda başlayan reformlar daha sonra diğer alanlarda da sürdü. 1839’da Abdülmecid (hükümdarlığı 1839-1861) ilan ettiği Tanzimat ile II. Mahmut’un idari ve askerî reformlarını ilerletmiş oldu. Daha da önemlisi Tanzimat, kendini imparatorluğun işleyiş biçimini değiştirmeye adamış, Batılılaşmış bir elit kesimin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Fakat Osmanlı reformcuları, reformların hızından memnun olmadılar ve I. Abdülmecid’i tahttan indirerek anayasal monarşi sözü veren II. Abdülhamid’i (hükümdarlığı 1876-1909) tahta getirdiler. Ancak II. Abdülhamid, açılışından iki yıl sonra Meclis’i kapatarak reformculara yönelik bir baskıya girişti. Bu dönemde büyük oranda yeraltına çekilen ve yurt dışına giden reformcu kadrolar 1899’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni (İTC) kurdular. Bu arada, bu yüzyılda başta Rusya ile girişilen ve büyük başarısızlıklarla sonuçlanan savaşlar bu reform girişimleri için gereken kaynağın savaş giderleri ve tazminatlarına harcanmasına yol açacaktı. Kurulduğu yıllarda anayasa ve parlamentoyu yeniden devreye sokmayı amaçlayan İTC, subaylar arasında hızla popülerlik kazandı. 1908’e gelindiğinde bu askerler bir darbe ile parlamentoyu yeniden açacaklardı. Bu dönemde İTC, yönetimde etkin bir konuma gelecekti. Fakat Osmanlı subaylarının siyasete karışması 1912-1913 Balkan Savaşları’nda Osmanlıların yenilgisine ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda Almanların yanında yer alması gibi talihsiz bir sonuca sebebiyet verecekti.

Özetle 19. yüzyıl boyunca zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu, Rusya’nın güçlenmesi ve güneye doğru genişlemesi ile rekabet gücünü kaybetti. Rusya ile art arda yapılan savaşlar Osmanlı ekonomisini harap etti ve modernleşme girişimlerini baltaladı. Bu arada Rusya, Balkan uluslarının bağımsızlığının sağlanmasına yardımcı oldu ve Kuzey Karadeniz kıyı şeridindeki Osmanlı topraklarını işgal etti. Osmanlı İmparatorluğu’nun hayatta kalması, büyük oranda Britanya İmparatorluğu’nun Rus İmparatorluğu’nun güneyinde tampon görevi görecek bir Osmanlı İmparatorluğu’nu koruma politikası sayesinde mümkün oldu. Türkiye ve Rusya arasındaki güç dengesinin iyice bozulmasıyla Türkiye’nin dışarıdan dengeleyici unsurlar vasıtasıyla Rusya’yı dengeleme politikası 20. yüzyılda da devam edecekti. Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği’nin benzer bir yayılmacı politikanın sinyallerini vermesiyle Türkiye, Batı’ya dönerek ve Batı ittifakının bir üyesi olarak Rusya’yı dengelemeyi amaçlayacaktı.

14Türk tarihi hakkında giriş seviyesinde bilgi sahibi olmak için Carter Findley, Turks in World History (New York: Oxford University Press, 2005) ve Norman Stone, Turkey: A Short History (London: Thames & Hudson, 2017) kaynakları kullanılabilir.
15Moğol İmparatorluğu ve bölgeye etkisi hakkında giriş seviyesinde bilgi sahibi olmak için Timothy May, The Mongol Empire (Edinburgh: Edinburgh University Press, 2018) kitabından faydalanılabilir.
16Erken dönem Osmanlı Devleti hakkında giriş seviyesinde bilgi sahibi olmak için Halil İnalcık, The Ottoman Empire: The Classical Age 1300–1600 (New Haven: Phoenix Press, 2001) kaynağı kullanılabilir.
17Erken dönem beylikler-Moğol İmparatorluğu ilişkileri hakkında giriş seviyesinde bilgi sahibi olmak için Sara Nur Yıldız, “Mongol Rule in Thirteenth-Century Seljuk Anatolia: The Politics of Conquest and History Writing, 1243–1282” (Yayımlanmamış Doktora Tezi, University of Chicago, 2006) adlı tez kullanılabilir.
18Halil İnalcık ve Donald Quataert, An Economic and Social History of the Ottoman Empire:1300–1600 (New York: Cambridge University Press, 1997), 11.
19Çarlık Rusya’nın sosyal ve siyasi kurumları hakkında daha detaylı bilgi edinmek için Richard Pipes, Russia under the Old Regime (New York: Charles Scribner’s Sons, 1974) kitabı kullanılabilir.
20Halil İnalcık, Osmanlı-Rus Rekabetinin Menşei ve Don Volga Kanalı (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1948).
21Stanford Shaw, History of the Ottoman Empire and the Modern Turkey: Empire of Gazis the Rise and Decline of the Ottoman Empire 1280-1808, vol. 1 (New York: Cambridge University Press, 1997), 177.
22Mehmed Ali Paşa, Mısır’daki Arnavut birliklerinin komutanıydı. Buradaki Fransız egemenliğinin sona ermesinin (1798-1801) ardından Mehmed Ali, Mısır Valisi konumunu sağlamlaştırdı ve gücü kendisine topladı. Mehmed Ali Paşa ayrıca, Fransa’dan ithal ettiği eğitmenlerin yardımıyla yeni bir ordu kurdu. Mehmed Ali Paşa’nın gerçekleştirdiği reformlar Osmanlı’daki reformların öncüsü olacaktı.
23Frank Edgar Bailey, British Policy and the Turkish Reform Movement: A Study in Anglo-Turkish Relations, 1826-1853 (Cambridge: Harvard University Printing Office, 1942), 49-50.
24Frederick Stanley Rodkey, “Lord Palmerston and the Rejuvenation of Turkey, 1830-41,” The Journal of Modern History 1, No. 4 (Aralık 1929), 573-77.
Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»