İstenen

Текст
Из серии: Vampır Mektupları #10
0
Отзывы
Читать фрагмент
Отметить прочитанной
Как читать книгу после покупки
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Scarlet evlerine giden patikada durdu, bakakaldı. Gözlerine inanamıyordu. Orada, kaldırımda, sadece birkaç metre ötede, anlamlı gri gözleriyle ona bakan kişi yeni çocuktu. Sage.

Burada, onun evinin önünde ne yapıyordu? Ne zamandır burada duruyordu? Onun evini mi gözetliyordu? Evlerine giden patikaya doğru mu geliyordu? Yoksa sadece oralardan mı geçiyordu?

Ama oradan geçip nereye gidecekti ki? Scarlet şehir dışında sakin bir sokakta yaşıyordu ve buralarda çok az kişi dolaşırdı. Ama yine de, şehre oldukça yakın sayılırlardı ve Sage’in de buradan geçip bir yere gidiyor olması inandırıcıydı. Ama yine de pek ihtimal dâhilinde değildi.

Sage’in orada durduğu, onun evini gözetlediği veya eve doğru geldiği düşüncesi Scarlet’i çıldırttı. Öte yandan, onu görünce heyecanlanmaktan kendini alamamıştı. Heyecanlanmak doğru sözcük değildi. Daha çok… büyülenmişti. Gözlerini onun üzerinden alamıyordu. Pürüzsüz cildi, güçlü çenesi, gururlu yanakları ve burnu, gri gözleri, uzun kirpikleri – daha önce uzaktan yakından ona benzer kimseyle tanışmamıştı. Çok soyluydu, çok gururluydu. Buralara ait değilmiş, sanki On Altıncı Yüzyıldaki bir saraydan çıkıp gelmiş gibiydi.

Aynı zamanda ona baktığında midesinde sanki kelebeklerin uçuşmaya başladığını fark etmekten kendisini alamadı. Ve bu pek de yaşamak istediği bir duygu değildi. Sonuçta Maria, en iyi arkadaşı, bu yeni çocuğa kafayı taktığını açıkça belirtmişti. Scarlet’in bu çocuğu onun elinden alması ne kadar doğru olurdu! Maria onu asla affetmezdi. Ve o da kendisini affetmezdi. Bunun yanında, o Blake ile birlikteydi. Gerçekten de onunla birlikte miydi?

Vivian’ın Blake’i terk etmesi ile ilgili mesajını hatırladı. Blake gerçekten bunu ona anlatmış mıydı? Yoksa bunu Vivian mı uydurmuştu? Hangisi doğru olursa olsun, Blake’in hayatından sonsuza kadar çıkmış olduğundan oldukça emindi.

Ne dediğini bilmeden “Şey…merhaba,” dedi. Sonuçta tanışmamışlardı.

“Seni korkutmak istememiştim,” diye cevap verdi.

Sesini sevmişti. Yumuşak, kibar, ama aynı zamanda güçlüydü. Tatlı dilliydi, ama ses tonunda otoriter bir şeyler vardı. Bu sesi sonuna kadar dinleyebilirdi.

“Ben Sage,” dedi ve elini uzattı.

“Biliyorum,” dedi ve elini uzatarak onun elini tuttu.

Tenine dokunmak heyecanlandırıcıydı. Çocuğun sıcacık elleriyle kendisinin buz gibi ellerini tutması vücuduna baştan aşağı bir heyecan dalgası dolaşmasına neden oldu.

“Burası küçük bir kasaba,” diye ekleyerek sözlerini açıklamaya çalıştı, ama utandı. Bu çok aptalcaydı, adını bildiğini itiraf etmemeliydi. Bu onu çok umutsuz göstermişti.

Ama bir dakika, diye düşündü. Neden böyle düşünüyordu ki? Sonuçta o Maria’nındı. Değil mi?

“Elin çok soğuk,” dedi avucuna bakarken.

Scarlet yarı bilinçli bir şekilde elini çekti.

“Üzgünüm,” dedi omuzlarını silkerek.

“Bana henüz adını söylemedin,” dedi.

“Ah, üzgünüm, ben bildiğini sanıyordum,” dedi ve ekledi, “ünlü veya popüler olduğumdan değil. Sadece… burası küçük bir kasaba, bilirsin.”

Daha şimdiden bocalamaya başlamıştı, her bir cümleyle her şeyi daha da kötü hale getiriyordu. Erkeklerin önünde gergin olduğunda her zaman böyle olurdu.

“Her neyse, adım Scarlet. Scarlet Paine.”

Gülümsedi.

“Scarlet,” diye tekrar etti.

Kendi adını onun sesinden duymak çok hoşuna gitti.

“Birçok şeyin rengi. Şarap veya kan veya gül. Tabii ki sonuncusunu tercih ederim,” diye gülümseyerek ekledi.

Scarlet gülümseyerek karşılık verdi. Kim böyle konuşuyordu? diye merak etti. Sanki başka bir zamandan, başka bir yerden gelmiş gibiydi. Onun hakkında daha fazla şey öğrenmek için sabırsızlanıyordu.

“Burada ne yapıyorsun?” diye sordu ve daha sonra bu soruyu çok sert bir şekilde sorduğunun farkına vardı. “Kabalık etmem istemiyorum, yanlış anlama. Ama yani evimin önünde ne yapıyordun?”

Bir an telaşlanmış gibi göründü.

“Evet,” dedi. “İlginç bir zamanlama, değil mi? Kasabaya yeni geldim ve biraz keşif yapmanın tam zamanı olduğunu düşündüm. Buralarda yeniyim ve bu yolların nereye çıktığını görmek istedim. Senin evine çıktığını bilmiyordum.”

Scarlet daha iyi hissetti. En azından evini gözetlemiyordu.

“Pekâlâ, burada pek görecek bir şey yok. Bu kasaba her yöne sadece birkaç blok uzunluğunda. Buradan birkaç blok daha ilerlediğinde bitiyor.”

Gülümsedi. “Evet. Ben de bunu görmek üzereydim.”

Aniden Ruth ona doğru koşup atladı ve elini yaladı.

“Zıplama,” Scarlet kızdı.

“Sorun değil,” dedi.

Eğildi ve Ruth’u hafifçe okşadı, avucuyla yelesine dokundu, kulaklarının arkasını kaşıdı. Ruth uzandı ve onun yanağını yaladı. Mızmızlanmaya, çeşitli sesler çıkarmaya başladı ve Scarlet onu gerçekten sevdiğini görebiliyordu. Çok şaşırmıştı. Ruth onu her zaman korurdu ve onun bir yabancıya böyle davrandığını hiç görmemişti.

“Ne kadar güzel bir hayvan. Ne kadar da güzelsin, Ruth!” dedi.

Ruth uzandı ve onu bir daha yaladı ve o da köpeği burnundan öptü.

Scarlet şaşkınlıktan donakalmıştı.

“Adının Ruth olduğunu nereden bildin?”

Aniden doğruldu, gafil avlanmıştı.

“Şey… okudum. Tasmanın üstünde yazıyor.”

“Ama tasmanın üstündeki isim silik,” dedi. “Yani, ben bile zor okuyorum.”

Omzunu silkti, gülümsedi.

“Her zaman ne kadar iyi bir görüş kabiliyetim olduğunu söylerler,” dedi.

Ama Scarlet ikna olmamıştı. Tasmadaki isim o kadar silikti ki, neredeyse isim namına hiçbir şey kalmamıştı ve o hiçbir şey göremiyorken çocuk bunu nasıl okuyabilirdi? Aklını kaçıracaktı. Onun ismini nasıl bilmişti?

Ve aynı zamanda, onun yanındayken kendini rahat hissediyordu. Ve içinde bulunduğu duruma bakılırsa, yanında birinin olması hoşuna gitmişti. Gitmesini istemiyordu. Ama aynı zamanda Maria’yı ve oraya gelip de onunla birlikte burada dikildiğini görürse ne kadar üzüleceğini düşündü. Çok kıskanırdı. Büyük ihtimalle hayatının geri kalanında ondan nefret ederdi.

Scarlet, “Burada oldukça gizemli birisin,” dedi. “Yeni çocuk. Senin hakkında kimse pek bir şey bilmiyor. Ama birçok kişi bir şeyler öğrenmek için can atıyor.”

“Gerçekten mi?” omuz silkti.

Scarlet bekledi, ama başka bir şey söylemedi.

“Peki… senin hikâyen nedir?” diye sordu.

Sage “Sanırım herkesin bir hikâyesi vardır, değil mi?” diye cevap verdi.

Döndü ve gözlerini ufuk çizgisine dikti, ona söyleyip söylememeye karar vermeye çalışır gibiydi.

“Sanırım benimkisi sıkıcı bir hikâye,” dedi. “Ailem… kısa bir süre önce buraya taşındı. Bundan dolayı buradayım, son senemi burada okuyacağım.”

“Duyduğuma göre… bir kız kardeşin varmış?”

Sage’in ağzının kenarında bir gülümseme oluştu.

“Haberler burada çok hızlı yayılıyor, değil mi?” diye sırıtarak sordu.

Scarlet’in yüzü kızardı. “Üzgünüm,” dedi.

“Evet, bir kız kardeşim var,” diye yanıtlandı, ama başka ayrıntı vermedi.

“Üzgünüm, burnumu sokmak istememiştim,” dedi.

Ona baktı ve Scarlet de bakışlarını yukarı kaldırdığında gözleri birbirine kilitlendi – ve bir an için dünyanın eridiğini hissetti. O gün ilk defa zihnindeki tüm kaygılarının uzaklaştığını hissetti. Kendisini bambaşka bir yerdeymiş gibi hissediyordu.

Ona bakmayı kesmek, duygularını kontrol etmek istiyor; Maria ile ilgili düşüncelerini hatırlamaya çalışıyor ve kendini onu aklından çıkarmaya zorluyordu. Ama yapamıyordu. Donakalmıştı.

“Bunu yaptığın için onur duydum,” dedi.

Ona bakmaya devam etti ve bir süre sonra ekledi, “Benimle yürümek ister misin?”

Kalbi çarpmaya başladı. Onunla yürümek istiyordu. Bunu dünyadaki her şeyden çok istiyordu. Ama bir tarafı bundan korkuyordu. Blake ile geçirdiği zamandan dolayı hala şaşkındı. Hala kendisine, duygularına, vücuduna, reaksiyonlarına güvenmiyordu. Ve en iyi arkadaşına ihanet etmekten korkuyordu – hatta aslında, Maria’nın Sage üzerinde hiçbir hakkı olmamasına rağmen. Her şeyden ziyade, kendine güvenmiyordu. Onunla Blake arasında olanlar, o beslenme içgüdüsü, belki hala oralarda bir yerde olabilirdi. Onun hakkında daha fazla şey öğrenmek istediği kadar onu korumak da istiyordu.

“Üzgünüm,” dedi. “Yapamam.”

Sage onu onaylarcasına kafasını sallarken Scarlet onun gözlerindeki hayal kırıklığını gördü. “Anlıyorum.”

Scarlet birden evin içinden çarpılan kapıların gürültüsünü ve içerilerden gelen insan seslerini duydu. Anne ve babası tartışıyordu. Onları durduğu yerden bile duyabiliyordu. Bir kapı daha çarpıldı ve dönüp endişeyle eve baktı.

“Üzgünüm, ama şimdi içeri girmem gerekiyor-” dedi ve güle güle demek için geri döndü.

Ama geri döndüğünde tek kelimeyle şaşkına dönmüştü. Sage’den hiçbir iz yoktu. Hiçbir yerde.

Her iki yöne de baktı, sokağın aşağısına ve yukarısına döndü, ama hiçbir şey bulamadı. Anlamak mümkün değildi. Sanki birden kayboluvermişti.

Nasıl bu kadar hızlı bir şekilde uzaklaşabildiğini merak etti. Bu imkânsızdı.

Nereye gittiğini ve hala ona yetişip yetişemeyeceğini merak etti. Çünkü şimdi içinde onunla olmak, onunla konuşmak için karşı konuşmaz bir istek duyuyordu. Bir anda hayır diyerek hayatındaki en aptalca hatayı yapmış olduğunu anladı. Artık gitmişti ama Scarlet tüm benliğiyle onun için yanıp tutuşuyordu. Çok aptalca davranmıştı. Kendinden nefret ediyordu.

Şansını sonsuza kadar kaçırmış mıydı?

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Scarlet Sage ile karşılaşmasından afallamış ve kendi dünyasında kaybolmuş bir şekilde eve girdi.

Anne ve babasının tartışmalarının tam ortasına girince kaba bir şekilde kendine gelmişti. Buna inanamıyordu. Bütün hayatı boyunca hiç tartıştıklarını hatırlamıyordu ve işte şimdi tartışırlarken bunun kendisiyle bir alakası olup olmadığını düşünüyor ve bir suçluluk hissediyordu. Hayatlarında kötü bir şeyin başladığı, bunun kolay kolay kurtulamayacakları bir şey olduğu ve her gün her şeyin daha da kötüleşeceği hissinden kurtulamıyordu. Ve bütün bunların kendi suçu olduğu duygusuna da engel olamıyordu.

 

Caleb kapalı kapının ardında Caitlin’e “Bunu çok büyütüyorsun,” diye bağırdı. “Gerçekten. Sana ne oldu böyle?”

“Asıl sana ne oldu böyle?” Caitlin bağırarak yanıt verdi. “Her zaman benim yanımda olurdun, her zaman beni desteklerdin. Şimdi beni inkâr ediyor gibisin.”

“İnkâr mı?” bağırarak karşılık verdi.

Scarlet buna daha fazla dayanamadı. Sanki günü yeterince kötü geçmemiş gibi – bütün bunları dinlemek sabrını taşırıyordu. Sadece kavga etmeyi bırakmalarını istiyordu. Sadece hayatlarının yeniden normale dönmesini diliyordu.

İçeriye doğru birkaç adım attı ve kapıyı açarak varlığının onları susturacağını umarak yemek odasına girdi.

Her ikisi de tartışmanın orta yerinde durdu ve tıpkı fara yakalanmış bir geyik gibi dönüp ona bakakaldılar.

Babası “Nerelerdeydin?” diye kızarak sordu.

Scarlet şaşırmıştı. Babası ona daha önce hiç bağırmamış ve hiçbir zaman böyle bir ses tonu kullanmamıştı. Tartışmadan dolayı yüzü hala kıpkırmızıydı ve onu güçlükle tanıyordu.

“Ne demek istiyorsun,” dedi kendisini savunarak. “Ruth ile birlikte dışarıdaydım.”

“Bir saattir mi?”

“Ne diyorsun?” dedi, merak içinde. “Sadece birkaç dakikalığına dışarı çıkmıştım.”

“Hayır, birkaç dakika değildi. Yukarı çıkıp odana baktım, sonra seni dışarı çıkarken gördüm ve bu bir saat önceydi. Nereye gittin?” masanın etrafından ona doğru yürürken ısrarcı bir şekilde sordu. “Bana yalan söyleme.”

Scarlet babasının aklını tamamen kaçırdığını hissetti. Sadece annesi çıldırmamıştı, babası da ona katılmıştı. Scarlet dünyasının yıkıldığını hissediyordu.

“Neden bahsettiğinizi bilmiyorum,” diye çıkışarak yanıt verdi, sesini bir hayli yükseltmişti. Ama bir şekilde zaman duygusunu kaybedip kaybetmediğini merak etmeye başlamıştı. Ona bir şey olup olmadığını merak ediyordu. Yine bir yere gidip de hatırlamamış olabileceğini düşündü. Bu düşünce kalbinin hızlı hızlı çarpmasına neden oldu ve sessizce çıldırmaya başladı. “Yalan söylemiyorum. Ve beni yalan söylemekle suçlamanı da sevmiyorum.”

“Senin hakkında ne kadar endişelendiğimizi biliyor musun? Neredeyse yeniden polisi arayacaktık.”

“Üzgünüm!” diye bağırarak karşılık verdi. “Ben hiçbir şey yapmadım!”

Öfkesinden dolayı içten içe titriyordu ve buna biraz daha katlanamayacaktı. Döndü ve odadan hızla dışarı çıktı, bu sırada gözyaşlarına boğuldu. Merdivenlerden koşarak yukarı çıktı.

Anne ve babası canına tak etmişti. Bütün bunlar kaldıramayacağı kadar fazlaydı. Şimdi, babası bile onu anlamıyordu. Hayatı boyunca, her ne olursa olsun, her zaman onun yanında olmuştu.

Babası “Scarlet, buraya gel!” diye bağırdı.

Gözyaşları içinde “HAYIR!” diye bağırarak yanıt verdi.

Babasının ayak seslerini duyabiliyordu, merdivenlerde onu takip ediyordu ve bunu duyunca daha da hızlandı. Hızla koridordan geçti, odasına girdi ve kapıyı arkasından çarparak kapattı.

Birkaç saniye sonra babasının kapıyı yumrukladığını duydu.

“Scarlet. Kapıyı aç. Üzgünüm. Seninle konuşmak istiyorum. Lütfen. Özür dilerim.”

Ama Scarlet ışıkları söndürüp yatağına atladı ve kıvrılıp oturdu. Ağladıkça ağladı.

“Git buradan!” diye bağırdı.

Sonunda, ona sonsuz gibi görünen bir sürenin ardından ayak sesleri giderek uzaklaşıp kayboldu.

Uyumak için çok erkendi ve Scarlet başka bir şey yapmak için kendini çok halsiz hissediyordu. Uzun bir sürenin ardından uzanıp telefonunu eline aldı. Telefonu bildirimlerle dolup taşıyordu – Facebook sayfası yeni gönderim ve mesajlardan patlamak üzereydi. Bu daha kötü hissetmesine neden oldu ve telefonu kapattı.

Uzun bir süre sonra uzandı, yanına doğru yattı ve pencereden ağaçlara baktı; hepsi farklı renklerdeydi ve günün son ışıklarıyla parlıyordu. Birkaç yaprağın ağaçlarda düşüp yere doğru savrulmasını izledi.

Üzüntüyle dolup taşıyordu. Blake onunla olmak istemiyordu, Vivian tüm okulu ona karşı kışkırtmıştı, arkadaşları onu anlamıyordu, anne ve babası ona güvenmiyordu, o ise vücuduna neler olduğunu anlamıyordu. Ve daha da önemlisi, Sage ile konuşma şansını da kaçırmıştı. Her şey olabildiğine yanlış gidiyordu. Ve kafasında nehir kenarında, Blake ile birlikte olduğu o zamana geri dönüş yapmaktan kendisini alamıyordu. Kendisine ne olduğunu düşünmeden duramıyordu. Gerçekten, tam olarak kimdi o?

Uzanıp günlüğünü ve en sevdiği kalemi aldı, üzerine eğilip yazmaya başladı.

Hayatımı artık anlayamıyorum. Çok gerçekdışı. Az önce hayatımda gördüğüm en inanılmaz çocukla karşılaştım. Sage. İtiraf etmek istemiyorum, çünkü Maria onu seviyor, ama onu düşünmekten kendimi alamıyorum. Bir şekilde onu daha önceden tanıdığımı hissediyorum. Çok az konuştuk, ama onunla aramda bir bağlantı olduğunu seziyorum. Hatta Blake’den bile daha fazla.

Ama çok kısa sürede gitti ve ben onu aptalca bir şekilde geri çevirdim. Keşke yapmasaydım. Ona sormak için sabırsızlandığım bir sürü soru var. Mesela kim olduğu gibi. Burada ne yaptığı. Ve neden evimin önünde olduğu. Sadece buradan geçip gittiğini söyledi, ama nedense buna inanmadım. Bence o beni arıyordu.

Anne ve babamı artık tanıyamıyorum. Her gün her şey çok fazla değişiyor. Kendimin de kim olduğunu bilmiyorum. Bir zamanlar bildiğim tüm dünya, tanıdığım o güvenli dünya gitti ve yerine bambaşka bir dünya geldi. Ve yarın, her şey bir kez daha tamamen değişecekmiş gibi geliyor.

Yarından korkuyorum. Herkes benden nefret mi edecek? Blake beni görmezden mi gelecek? Sage’i görecek miyim?

Bir sonraki günün neler getireceğini tahmin bile edemiyorum.

*

Scarlet gözlerini açtı, kapı zili onu uyandırmıştı. Dışarı baktı ve sabah olduğunu görünce çok şaşırdı, yatak odasına güneş ışınları giriyordu. Giysileri içinde, yatak örtüsünün üzerinde uyuyakaldığını fark etti. Saatini alıp baktı: 8:30. Kalbi panikle sıkıştı. Okula geç kalmıştı.

Zil yeniden çaldı, Scarlet hemen yataktan fırlayıp ayağa kalktı. Saate bakılırsa, anne ve babası çoktan işe gitmiş olmalıydı, dolayısıyla kapıyı açması gerekiyordu. Sabahın bu kadar erken saatinde kapıyı kim çalıyor olabilirdi?

Kapı zilini duymazdan gelmeye ve acele edip okula hazırlanmaya niyet etti, ama zil yeniden çaldı.

Ruth havladıkça havladı ve sonunda Scarlet onu dışarı çıkardı ve merdivenlerden aşağı inerken onu takip etti, oturma odasından geçip kapıya doğru ilerledi.

Ruth onun önünde durdu ve deli gibi havlamaya başladı.

“Ruth!”

Sonunda Scarlet kapıyı açmaya giderken Ruth sessizleşti. Scarlet kapıyı yavaşça açtı.

Neredeyse kalbi duracaktı.

Sage orada durmuş, ona bakıyordu. Her iki eliyle de uzun, siyah bir gül tutuyordu.

“Böyle birden geldiğim için özür dilerim,” dedi. “Ama evde olacağını biliyordum.”

“Nasıl?” diye kafası tamamen karışmış bir şekilde sordu.

Sadece ona bakmaya devam etti.

“İçeri girebilir miyim?” diye sordu.

Scarlet “Şey…” diye cevap vermeye yeltendi.

Bir tarafı onu içeri davet etmek için yanıp tutuşuyordu, ama diğer tarafı delirmek üzereydi. Burada ne arıyordu? Ona neden siyah bir gül getirmişti?

Ama yine de, onu öylece geri gönderemezdi.

“Tabii ki,” dedi. “İçeri gel.”

Büyük bir adımla kapının eşiğinden içeri geçerken Sage’in yüzüne büyük bir gülümseme yayıldı.

Bu sırada, Scarlet’in şaşkın bakışları arasında, aniden yere batmaya başladı. Battıkça battı, sanki bir bataklıktaymış gibiydi ve elini uzatarak ona bağırdı.

“Scarlet!” diye feryat etti. “Bana yardım et!”

Scarlet uzandı ve elini tuttu, onu çekmeye çalıştı. Ama o da birden deliğe düşüverdi, o baş aşağı, yüzünden itibaren gömülmeye başlamıştı. Hızla dünyanın iç katmanlarına doğru gömülürken tüm gücünü kullanarak bağırdı.

Scarlet çığlık atarak uyandı. Kalbi hızla atarken gözlerini odada dolaştırdı. Günün ilk ışıkları camından içeri giriyordu. Saatine baktı. 6:15.

Giysileri içinde uyuyakalmıştı. Derin derin nefes aldı ve bütün bunların bir rüyadan ibaret olduğunun farkına vardı.

Kalbi hızla çarpıyordu. Gerçek gibiydi.

Kalktı, banyoya gitti ve yüzüne birkaç kere soğuk su vurarak uyanmaya çalıştı. Ancak, aynaya baktığında korkusu daha da arttı: aynadaki görüntüsü. Çok farklıydı. Oradaydı, ama aynadaki yansıması yarı saydamdı, bir hayalete benziyordu. Sanki giderek siliniyordu. Önce bunun bir ışık oyunu olduğunu düşündü. Işığı açtı, ama görüntü hala aynıydı.

Çok korkmuştu, ağlamak üzereydi. Ne yapacağını bilemiyordu. Onu kendine getirmesi için bir şeye ihtiyacı vardı. Konuşacak birine. Ona her şeyin iyi olacağını söyleyecek birine. Deli olmadığını söyleyecek. Değişmediğini. Aynı, eski Scarlet olduğunu.

Neden sonra, Scarlet annesinin papazla görüşme teklifini hatırladı. Şimdi gerçekten de ona ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Belki de o kendisini daha iyi hissettirebilirdi.

Koridora çıktı ve çıkar çıkmaz iş için giyinmiş olan annesiyle karşılaştı.

“Anne?” diye söze başladı.

Caitlin durdu ve döndü, şaşırmışa benziyordu.

“Şekerim, bu kadar erken kalktığını bilmiyordum,” dedi. “İyi misin?”

Scarlet kafasını salladı, ağlamaktan korkuyordu ve koridorda ilerleyip annesine sarıldı.

Annesi de ona sıkıca sarıldı, onu kollarında hafifçe sağa-sola salladı; onun kollarında olmak iyi hissettirmişti.

Annesi “Seni özledim tatlım,” dedi. “Ve seni çok seviyorum.”

Scarlet omuzunun üzerinden “Ben de seni seviyorum,” dedi ve ağlamaklı oldu.

Annesi onu geri çekip, “Sorun nedir?” diye sordu.

Scarlet gözünün kenarından gözyaşını sildi.

“Geçen günkü teklifini hatırlıyor musun? Papazla görüşmekle ilgili?”

Kafasını sallayıp onayladı.

“Görüşmek istiyorum. Birlikte gidebilir miyiz? Bugün okuldan sonra?”

Annesi geniş bir şekilde gülümsedi, rahatlamış görünüyordu.

“Tabii gidebiliriz, canım.”

Scarlet’e bir daha sarıldı. “Seni seviyorum. Bunu sakın unutma.”

“Ben de seni seviyorum, anne.”

BEŞİNCİ BÖLÜM

Scarlet uzun zaman sonra ilk kez okula erken gitti. Koridorlarda henüz kimse yoktu ve dolabına giderken her yer hayalet şehir gibiydi. Hep geç gitmeye alışkındı, her yer kalabalık olurdu, ama bugün, kâbusundan sonra, yerinde duramamış ve evde oturup bekleyememişti. Ayrıca Facebook ve Twitter hesaplarını kontrol etmiş ve Vivian’ın ve arkadaşlarının kendi hakkındaki gönderileri yüzünden olağandışı bir aktivite olduğunu görmüştü ve okuldakilerin buna nasıl tepki verecekleri hakkında kaygı duyuyordu, okula erken gelmenin bütün bunları savuşturmasına yardımcı olacağına inanıyordu. En azından buraya erken gelerek bir şekilde pozisyon almış ve hazırlanmış gibiydi.

Ama yine de bunu pek faydası olmayacağını da biliyordu. Kısa bir süre sonra koridorlar çok sayıda çocukla dolacaktı ve bunlar gruplar haline gelip ona bakacak ve fısıldaşacaklardı. Belki de Blake de onlara katılacaktı. Buluşmaları hakkında onun herkese neler anlatmış olabileceğini merak ediyordu. Onlara olan biten her şeyi anlatmış mıydı? Onu bir çeşit kaçkın olduğunu anlatmış mıydı?

Bu düşünce kendisini kötü hissetmesine neden oldu, bu sabah kahvaltıyı es geçmişti. Bunların hepsine göğüs germeliydi ve yüzlerce çocuktan kaçının bu gönderileri takip ettiğini – ve kendisi hakkında ne düşündüklerini merak etti. Bir tarafı yer yarılıp içine girmeyi, kaçmayı ve bu kasabayı terk edip bir daha da geri dönmemeyi istiyordu.

Ama bunlardan hiçbirinin geçerli bir seçenek olmadığını bildiğinden, cesur olup bunları atlatmaya çalışmasının daha iyi olacağına karar vermişti.

Dolabını açıp o günkü derslerle ilgili kitaplarını alırken, ev ödevlerinde ne kadar geri kaldığını fark etti. Bu da onun için alışıldık bir şey değildi. Son iki gün çok çılgınca geçmişti, her şey daha önce olduğundan çok daha farklıydı. Her şeyi daha da kötü hale getiren şey ise, sabahın erken saatlerinde camlardan gelen güneş ışığına ancak gözlerini kısarak bakabilmesiydi ve ışık yüzünden daha önce hiç bilmediği korkunç bir baş ağrısı yaşadığını fark etti. Kendisini özellikle de parlak koridorda ellerini gözlerine siper ederken buldu ve bir kez daha onda ters giden bir şeyler olup olmadığını merak etti. Hasta mıydı ya da başka bir sorunu mu vardı?

Dolabının en üst rafındaki eski güneş gözlüklerini buldu ve içeride dolaşırken bile onları takıp gün boyu o şekilde dolaşmak istedi. Ama bu şekilde olumsuz anlamda çok ilgi çekeceğini biliyordu.

Tıpkı bir tsunami gibi koridorlar her yönden gelen çocuklarla dolmaya başladı. Telefonuna bir göz attı ve ilk dersinin birkaç dakika içerisinde başlayacağının farkına vardı. Derin bir nefes aldı ve dolabını kapattı.

Telefonuna herhangi bir mesaj gelmediğini de fark etmişti ve düşünceleri yeniden Blake’e ve dün yaşananlara kaydı. Kaçışına. Yeniden Blake’in başkalarına neler anlatmış olabileceğini merak etti. Gerçekten o kötü şeyleri söylemiş olabilir miydi? Onu terk ettiğini? Veya bunları Vivian mı uydurmuştu? Onun hakkında gerçekten ne düşünüyordu? Ve mesajlarına neden yanıt vermemişti?

 

Tabii ki, bu sessizliğin bir yanıt olduğunu varsaymıştı. Çok kızdığını ve artık ona ilgi duymadığını düşünmüştü. Ama telefonunu bir kez daha kontrol ederken en azından onun cevap vermiş olmasını umdu – sadece ona artık ilgi duymadığını söylemek için bile olsa. Yanıt alamamaktan nefret ederdi.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Sage hakkında da düşünmekten kendini alamıyordu. Onunla evinin önünde karşılaşmaları oldukça gizemliydi. Ondan uzaklaşmış olmasından pişmanlık duyuyor ve biraz daha orada durup onunla konuşmuş, ona daha fazla sorular sormuş olmayı umuyordu. Ama bunu düşünmek bile onu çıldırtıyordu ve bunun aklına neden Blake’den bile daha fazla takıldığını anlayamıyordu.

Çok kafası karışmıştı. Blake söz konusu olduğunda onu bilinçli olarak düşünüyor gibiydi; Sage söz konusu olduğundaysa buna engel olamıyordu – istese de istemese de onu düşünüyordu ve ona karşı duyduğu bu güçlü hisleri bir türlü anlayamıyordu. İşin daha da garip tarafı, Blake’i yıllardır tanıyor olmasına rağmen, kendisini Sage’e çok daha yakın hissediyordu. Onu daha da rahatsız eden şey ise bunun ona hiç mantıklı gelmemesiydi. Bunu anlamamaktan nefret ediyordu – özellikle de söz konusu aşk olduğunda.

Bir sesin “Aman tanrım, Scarlet?” dediğini duydu.

Dolabını kapattığında Maria’nın orada durmuş, çok tanınmış bir ünlüyü görmüş gibi ona baktığını gördü.

“Sen okula hiç erken gelmezsin ki! Geçen gece sana milyon kere mesaj gönderdim! Neler oldu? Nerelerdeydin? İyi misin?”

Scarlet bir anlık bir pişmanlık hissetti; tüm mesajlara yanıt veremeyecek kadar kaygılıydı. Ayrıca Sage hakkındaki duygularından dolayı Maria’nın yanındayken kendisini gergin hissediyordu. Sonuçta Maria açık bir şekilde Sage’den hoşlandığını belirtmişti. Scarlet bir gece önce onunla konuştuğunu – özellikle de evinin önünde konuştuğunu – öğrenirse Maria’nın çok kızacağından korkuyordu. Erkekler söz konusu olduğunda Maria paylaşmayı sevmez ve despot davranırdı. Her zaman gözlerini kime dikerse onun olduğunu düşünürdü – gözlerini diktiği kişi onun varlığından haberdar olsa da, olmasa da. Ve herhangi birisi herhangi bir şekilde yoluna çıkarsa, onu anında düşman olarak kabul ederdi. Bu konuda çok kindardı – hiçbir zaman bağışlamaz ve affetmezdi. Ya en yakın arkadaşın, ya da en ölümcül düşmanın olurdu; onda bir orta yol yoktu.

Scarlet “Üzgünüm,” diye cevap verdi.  “Erken yattım. Kendimi pek iyi hissetmiyordum. Ve Facebook’ta bütün o olan bitenlere dayanamadım.”

Maria, “Aman tanrım,  ondan nefret ediyorum” dedi. “Vivian. Yılanın teki. Kendini ne sanıyor? Onun ve arkadaşlarının duvarına mesaj gönderdim. Sana yaptıkları saldırıdan dolayı onlara ağzının payını verdim.”

Scarlet Maria’ya minnet duyuyordu – ve bu duygu Sage ile konuştuğu için kendisini daha da suçlu hissetmesine neden oluyordu. Sadece ona anlatıp Sage ile olanları açıklayabilmek isterdi – ama neler olduğunu kendisi bile anlamıyordu. Ve bunlardan Maria’ya bahsederse, onu kaybedebileceğinden korkuyordu.

Scarlet “Sen en iyi arkadaşımsın,” diye cevap verdi ve minnetini göstermek için kollarını ona doladı.

İkisi yan yana hızla dolan koridorlarda yürüdü, birlikte girecekleri ilk ders için okulun diğer tarafına doğru ilerlerken koridorlardaki ses giderek daha da artıyordu.

Maria “Yani, kızın yüzsüzlüğüne bak,” dedi. “Önce senin erkek arkadaşını çalıyor. Sonra bunun hakkında mesaj gönderiyor. Kendi üstünlüğünü kaybedeceğinden korkuyor. Ve kıskanç. Senin daha iyi bir kız olduğunu biliyor.”

Scarlet kendini biraz daha iyi hissetti, ama yine de Blake’i kaybetmiş olma fikri onu üzmüştü. Özellikle de bu koşullar altında. Tek yapmak istediği Blake’e her şeyi açıklamak, ona nehirde olanları açıklamak ve bunun normalde yaptığı bir şey olmadığını söylemekti. Ama bunu nasıl açıklayacağını gerçekten bilmiyordu. Ona ne diyebilirdi ki? Gönderdiği mesajlarda her şeyi yeterince açıkladığını düşünmüştü. Ve o cevap vermemişti.

“Merhaba gençler,” diye bir ses geldi.

Jasmin ve Becca onların yanına geldi. Scarlet kendisine baktıklarını hissediyordu ve bütün bu ilgiden dolayı kendisini çok rahatsız hissediyordu.

Scarlet birlikte yürüyüp küçük bir grup halinde koridorlarda ilerlerken onlara “Merhaba,” dedi. Jasmin, “Bizi merakta bırakmaya devam edecek misin?” diye sordu. “Blake ile ne oldu?”

Scarlet onun gözlerini üstünde hissediyordu ve giderek sinirleniyordu. Yürürlerken diğer çocukların da ona baktığını görüyordu.  Bütün bunları fazla büyüttüğünü düşünmek istiyordu – ama büyütmüyordu. Sanki aklını kaçırmış gibi, birçok kişi ona bakıyor, göz ucuyla onu gözlüyordu. Bir kez daha kaç kişinin internete bağlanıp mesajları okuduğunu ve bunlara inandığını merak etti. Blake tarafından terk edilen kız olarak mı tanınacaktı? Blake’i Vivian’a kaptıran? Bunun düşüncesi bile sinirlerini bozdu.

Becca “Bu doğru mu?” diye sordu. “Seni gerçekten terk etti mi?”

Jasmin,” Eğer terk ettiyse,” dedi, “bize söylemen yeter; biz de onun Facebook duvarını bombardımana tutarız.”

Scarlet “Teşekkürler kızlar,” dedi. Verebileceği en iyi yanıtı düşünüyordu. Olanları nasıl açıklayacağını gerçekten bilmiyordu.

“Ee?” Maria ısrar ediyordu. “Bize gerçekten de anlatmayacak mısın?”

Scarlet omuz silkti.

“Ne söyleyeceğimi gerçekten bilemiyorum. Söylenecek pek bir şey yok aslında. Nehrin kenarına gittik ve…” Burada durdu, bunu nasıl ifade etmesi gerektiğini düşünüyordu. “…Blake beni öptü.”

“Ve?” Jasmin meraktan duramıyordu. “Bizi meraktan öldüreceksin!”

Scarlet bir kez daha omuz silkti.

“Bu kadar. Gerçekten, hiçbir şey olmadı. Yani, ondan hoşlanıyorum. Ondan hala hoşlanıyorum. Ama…oradan gittim. Yani, kendimi gerçekten hasta hissettim ve acilen gitmek zorunda kaldım.”

Becca “Hasta derken?” diye sordu.

Scalet “Midemin ağrısından duramadım,” diye yalan söyledi. Başka ne söyleyeceğini bilemiyordu. “Ve başım da çok kötü ağrıyordu.” En azından kısmen de olsa doğruyu söylediğini düşündü. “Sanırım önceki günden kalan hastalığımdan kaynaklandı. Bu yüzden hemen oradan gittim. Sanırım biraz kötü bir zamanlama oldu.”

Jasmin “Peki, Blake seni geri getirmeye çalıştı mı? Yoksa tam bir pislik gibi mi davrandı?” diye sordu.

Scarlet omuz silkti.

“Bu onun hatası değil. Sanırım ona bunun için zaman tanımadım. Sadece oradan ayrılıp gittim. Bunun için kendimi suçlu hissettim. Olanları ona açıklamak istedim. Ama mesajıma yanıt vermedi.”

Maria “Ne pislik ama,” dedi.

Jasmin, “Ne zavallı,” diye ekledi. “Gerçekten. Hasta oluyorsun ve mesajına cevap bile yazmıyor mu? Sorunu ne? Hasta olabilirsin. Çok büyütülecek bir şey değil. Seni kesinlikle hak etmiyor. Böylesi daha iyi.”

Scarlet kendisine destek veren tüm arkadaşlarına minnet duydu ve bütün bunlar kendisini daha iyi hissetmesini sağladı. Hiç böyle düşünmemişti. Kendisine en sert eleştirileri yönelten yine kendisiydi. Söylediklerini ne kadar düşünürse, haklı olduklarının o kadar farkına varıyordu. Belki Blake daha anlayışlı olabilirdi; belki onun peşinden gelebilir, ona kendisini nasıl hissettiğini sorabilirdi; belki Vivian’a dönmek için bu kadar aceleci davranmazdı.

Ama gerçekten de Vivian’a dönmüş müydü? Yoksa bütün bunları Vivian mı uydurmuştu?

Scarlet “Teşekkürler kızlar,” dedi. “Size gerçekten minnettarım. Ama dürüst olmak gerekirse, bundan sonra ne olduğunu gerçekten bilmiyorum. Gerçekten Vivian’a geri mi döndüğünü yoksa bunu Vivian’ın mı uydurduğunu bilmiyorum.”

Maria “O zaman sanırım bu onunla dansa gitmeyeceğin anlamına mı geliyor?” diye sordu. “O zaman kimle gideceksin? Yoksa hiç gitmeyecek misin?” diye sordu, sesi sanki dansa katılmamak dünyada olabilecek en kötü şeymiş gibi giderek yükseliyordu.

Scarlet omuz silkti. Şu aptal dans – bundan daha kötü bir zaman olamazdı. Ne diyeceğini gerçekten bilmiyordu.

“Blake’in beni tercih edeceğinden şüpheliyim,” dedi. “Yalnız gitmek gerekirse…”

Bir an Scarlet Sage’i düşünmekten kendisini alamadı. Dansa onunla gitmeyi ne kadar istediğinin farkına vardı. Neden böyle olduğunu o da bilmiyordu. Onu yüzü zihnine takılıp kalmıştı.

Aynı zamanda Maria’yı ve onun bu konuda ne düşüneceğini düşünüyordu – ve dansa Sage ile gitmek bir nevi ihanet gibi olacaktı. Bunu hemen kafasından atmaya çalıştı.

Sonunda, “Eğer istemezsem gitmem,” dedi. “Sorun değil. Belki gelecek yıl.”

“Bu gece Jake Wilson’ın evinde büyük bir dans öncesi partisi var. Anne ve babası evde değiller. Hepimiz gidiyoruz. Sen de gelmelisin. Belki orada bir kavalye bulabilirsin.”

Бесплатный фрагмент закончился. Хотите читать дальше?
Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»