Бесплатно

Şafak Sökmeden

Текст
Из серии: Günahkâr Vampir #1
iOSAndroidWindows Phone
Куда отправить ссылку на приложение?
Не закрывайте это окно, пока не введёте код в мобильном устройстве
ПовторитьСсылка отправлена
Отметить прочитанной
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

ONUNCU BÖLÜM

Kate çığlık atarak uyandı. Etrafına baktı ve kendisini yatağın içinde bulunca irkildi. Yakıcı güneş ışığı pencereden içeri giriyor ve yatak odasını aydınlatıyordu.

Kafasını salladı ve bütün bunların bir rüyadan ibaret olduğuna inanmak istemedi.

Kalbi hızlı hızlı çarpıyordu ve sırtı ter içinde kalmıştı. Bir süre kendisini gerçekten orada olduğuna inandırmaya çalıştı, daha sonra telefonuna baktı. Arkadaşlarından gelen ve nerede olduğunu soran, partiden öyle çekip gidince ne kadar zor durumda kaldıklarını anlatan yaklaşık on tane mesaj vardı. Bazıları çok çaresiz ve heyecanlı, bazılarıysa kızgın ve tehditkârdı. Amy’nin son mesajı şöyleydi:

Max yine günü kurtardı. Ev telefonunuzu aradı. Uyduğunu söyledi. En azından öldürülmediğini haber verdiğin için teşekkür ederim(!)

Kate iç geçirdi ve telefonunu bıraktı. Her şeyin berbat olduğunu, herkesi yüz üstü bıraktığını hissediyordu. Ne yapacağını bilemiyordu.

Kalktı. Nicole’ün siyah elbisesi üzerindeydi. Yürürken güneş ışığında bir şey parladı. Boynunda narin gümüş halkalardan yapılmış bir kolye vardı. Elijah’ın ona verdiği kolye.

Demek ki rüya değildi. Bu gerçekten olmuştu – motosiklet, çatı, terk edilmiş konak.

Kate Ama buraya nasıl döndüm? diye düşündü.

Kolyeye dokundu ve kalbi Elijah’ın bu kolyeyi ona verirken hissettiği duygularla doldu. Bunun bir çeşit uğurlu eşya olduğunu söylemişti. Bunun ne anlama geldiğini merak etti.

Elijah’ı görmeyi çok istiyordu. Geçen gece o kadar gizemliydi ki, tehlikede olduğunu düşünmekten kendisini alamıyordu. Gerçekten de onu sevmediği bir kızla evlenmeye zorlayacak kadar kötü anne ve babası olabilir miydi? Bu, bu çağda ve bu günde olabilecek bir şeymiş gibi durmuyordu ama Kate yine de dünyanın farklı yerlerinde ve farklı kültürlerde görücü usulü evliliklerin yapıldığını biliyordu.

Elijah’a ulaşmanın bir yolu olmasını umdu. Onun numarasını veya eposta adresini almış olsaydı o zaman belki konuşmaya devam edebilirlerdi. O zaman kendisine bildikleri hakkında daha çok şey anlatabilirdi.

Bir anda Kate midesinde muhteşem bir açlık hissetti ve tüm dikkatini oraya vermek zorunda kaldı. Dün gün boyunca hiçbir şey yememiş olduğunu şaşırarak fark etti. Açlığına rağmen hiçbir şeyi yemek istemiyordu. Vücudunun tamamen farklı bir şey istediğini hissediyor, ama bunun ne olduğunu bilmiyordu. Belki de bu sabah yoğurt yiyebilirdi. Biraz besleyici bir şeylere ihtiyacı vardı. Hala bayılmamış olmasına şaşıyordu.

Ama açlığına rağmen Kate kahvaltı için aşağı inmek istemiyordu. Ailesiyle yüz yüze gelmek istemiyordu. Geçen gece Kate Clara’yı ittikten sonra olanların ardından Madison’ın üzerine dikeceği bakışların düşüncesine bile dayanamıyordu.

Hemen üzerini değiştirdi, Nicole’ün vücuduna yapışan elbisesini çıkartıp yerine her zamanki pantolon ve tişört ikilisini giydi. Ama Converse ayakkabılarını giydikten, maskarasını sürdükten ve açını taradıktan sonra kaçacak yeri kalmamıştı. Aşağı inmekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Mutfaktan pastırma ve pekmez kokusu geliyordu. Duyma yetisinin en az dünkü kadar hassas olmasına rağmen kahve makinesinin çalışma sesini duymuyordu.

Mutfağa girince sadece Madison ve Max’in yan yana oturup tost yediğini gördü.

Kate, “Annem ve babam nerede?” dedi.

Max’in alt dudağı titremeye başladı. Üzgün görünüyordu. Madison Max’e sarıldı.

“Babam dün akşam eve dönmedi,” dedi. “Annem yatakta ağlıyor.”

Bu sözcükler Kate’in midesine bir yumruk gibi indi. Babasının alkol sorunu vardı, ama bu hiçbir zaman eve dönmeyecek kadar kötü bir hal almamıştı. Başına kötü bir şey gelmemiş olmasını umuyordu. Bütün kötü özelliklerine rağmen, o yine de onun babasıydı. Babası ona karşı sevgi duymuyormuş gibi görünse de, o yine de babasına önem veriyordu.

Kendi derdini unutan Kate içeri girdi ve kardeşleriyle birlikte mutfak masasına oturdu. Max’İn elini sıktı.

“Merak etme,” dedi. “Hemen dönecek, söz veriyorum.”

Max kafasını salladı.

Kate masanın diğer tarafındaki Madison’a baktı. Ablasının geçen gece olanlardan dolayı öfkeli olmasını bekliyordu. Bunun yerine ona yumuşak bakışlarla bakıyordu. Kate Madison’ın yüzünde en son böyle bir ifadeyi ne zaman görmüş olduğunu hatırlamıyordu.

Kate utangaç bir şekilde, “Geçen gece…” diye başladı.

Madison, “Hayır,” dedi. “Clara’nın seni tehdit ettiğini bilmiyordum. Bunu bilseydim sana öyle bağırmazdım. Ona durum dururken vurduğunu sandım. Gerçekten üzgünüm.”

Üzgün mü? Madison mı?

Kate şaşkın bir şekilde, “Sorun değil,” dedi.

Madison,” Kate, bak,” diye ekledi, annesinin duymasından korkarak sesini alçaltmıştı, “Artık seninle kavga etmek istemiyorum. Sırf benim yüzünden üniversiteye gidemeyecek olman çok aptalca. Annemin ne düşündüğünü bilmiyorum. Üniversitenin senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum ve bu şansını kaçırman gerçekten hiç adil değil.”

Burada durdu. Duygu ve düşüncelerini dile getirme onun için oldukça zordu. Genelde anneleri etrafında dolaşır ve her konuşmaya karışırdı. Kate annesinin en sevdiği kızının, özellikle de onun gözetimi olmadan, pek de başarılı olmadığının farkına vardı.

Madison sanki fikrini değiştirmeden bir an önce söylemek istermiş gibi bir çırpıda, “Bu yüzden ben gitmemeye karar verdim,” dedi. “Üniversiteye gitmeyeceğim. Kararımı verdim. Senin üniversiteye gitmeyecek olmana neden olacaksa gitmek istemiyorum.”

Kate şaşakaldı. Duyduklarına inanamıyordu. Sonunda ablası onun yanındaydı. Sonunda tüm yaşamları boyunca olması gerektiği gibi bir aradalardı.

Madison’a duyduğu minneti dile getirmek, ona her zaman hayran olduğunu ve onu hep sevdiğini, annesinin aralarına soktuğu bu soğukluk için asla onu suçlamadığını anlatmak istiyordu. Ama bir şey söylemeye fırsat bulamadı, çünkü birden evin dışından büyük bir çarpışma sesi geldi. Roswell ailesinin üç çocuğu da korkarak ardına kadar açıkgözlerle birbirlerine baktılar.

Madison, “Bu da neydi?” diye bağırdı.

Üçü de kalkıp kapıya koştu. Kate kapıyı açtı. Evlerinin önündeki yolda kaputundan dumanlar çıkan araba babasının arabasıydı. Garaja o kadar sert bir şekilde çarpmıştı ki, garaj kapısı katlanarak arabanın iki yanını sarmıştı.

Kate koştu ve arabanın ön kapısını açtı. Babaları arabadan yere yuvarlandı. Üzerinden yayılan alkol kokusunu alabiliyorlardı.

Kapıdan annelerinin sesi geldi: “Robert!”. Ses gelince kalkmıştı. Üzerinde geceliğiyle hızla dışarı çıkıp onu tutup kaldırmaya uğraştı. “Kalk. Komşular ne der sonra?”

Kate bu sesin ne olduğunu merak eden komşularının perdelerini birer birer açtıklarını görebiliyordu.

Annesi, “Kate,” diye çıkıştı, “onu içeri taşımama yardım et.”

Kate ileri atıldı ama Madison ona engel oldu. “Ben daha güçlüyüm,” diyerek babasını ayaklarından tuttu.

Birlikte onu eve taşıdılar ve koltuğa oturttular. Yarı bilinçliydi.

Annesi, “Kate, kahve getir,” dedi.

Madison, “Ben hallederim,” diye cevap verdi.

Kate ablasının ona destek olduğunu bilmekten dolayı içinde bir güven duydu.

Anneleri kafası düşüp duran babalarına döndü. “Neler oluyor?” diye bağırdı.

Robert, “Onlara o aptal işlerini alıp başlarına çalmalarını söyledim,” diye geveledi. “Beni kimse kovamaz dedim onlara! Ben istifa ettim!”

Anneleri, “Aman Tanrım!” diye kekeledi. “Kovuldun mu? Lütfen bana kovulmadığını söyle.”

Kate annesinin yüzünde bu iyi mahallede bu güzel evi kaybedebileceği düşüncesinin verdiği dehşeti görebiliyordu.

Babaları, “Ben kovulmadım!” diye bağırdı. “İstifa ettim!”

Kate acı acı, ne fark eder ki, diye düşündü.

Robert, “Bu işten nefret ediyordum,” diye devam etti. “Sadece senin ve kahrolası çocuklar için yapıyordum. Ama bunun değerini bildiniz mi? Herhangi biriniz bunun değerini bildi mi?” Şimdi her ikisine de bağırarak Kate ve Max’a konuşuyordu. “İçinizden birisi benim bunlara katlanmamı umursadı mı? Hayır. Ben de istifa ettim işte.”

İşte bu anda Madison elinde dumanı tüten kahveyle kapıda belirdi. Babasına doğru eğildi.

“İşte,” dedi kahveyi ona verirken. “Bu seni ayıltır.”

Babaları “Ben iyiyim,” diye yüzüne karşı bağırdı. “Kahrolası kahveni istemiyorum.”

Kolunu uzattı ve kahve fincanının altına çarptı. Dumanı tüten sıcak kahve Madison’ın elinden fırladı ve havada onun üzerine doğru süzülmeye başladı.

Kate hızlı bir şekilde ablasını tutup çekti. Sıcak kahve Kate’in üzerine döküldü. Cildi yanan Kate çığlık attı.

Herkes donup kaldı ve yüzlerinde dehşet dolu ifadelerle ona baktı. Kate yüzünü sakladı, daha önce hiç duymadığı kadar büyük bir acıyla kıvranıyordu.

Ama çok kısa bir süre sonra bu acı geçmeye başladı. Ellerini yüzünden çekti, üzerinde onların görebileceği bir yanık izi bile olmayacağını biliyordu. Tıpkı hastanede olduğu gibi, yaralanması imkânsız gibi görünüyordu.

Annesi, “Sakar kız,” diye kekeledi, her zaman yaptığı gibi babalarının yetersizliklerinin acısını en az sevdiği çocuğundan çıkartıyordu.

Kate, “Bu benim hatam değil,” diye kekeledi. “Bunu babam yaptı!”

Robert oturduğu koltuktan ayağa kalktı. Herkese tepeden bakıyordu, koca cüssesi titrek bacakları üzerinde duruyordu. Tüm aile suspus oldu.

“Ne dedin?” diye tehditkâr bir şekilde bağırdı.

Kate’e doğru atıldı, ama Kate onun için fazla hızlıydı. Oradan hızla çekiliverdi. Robert dengesini kaybetti ve tökezleyerek sakarca koltuğa kapaklandı. Madison bağırmaya ve herkese sakin olmalarını söylemeye başladı. Anneleri kendini kaybetmeye başlamıştı.

Kate, “Max buradan git!” diye bağırdı. Erkek kardeşinin bunları görmesini istemiyordu.

Max oradan hızla uzaklaştı, ama babaları onu tişörtünden yakaladı.

“Burada kal, oğlum!” diye bağırdı.

Kate, “Ona dokunmaya cüret etme!” diye bağırdı.

Kate bir koruma içgüdüsüne teslim olmuştu ve üzerinde daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir güç hissediyordu. İleri doğru atıldı ve babasının kolunu tutarak Max’i ondan kurtardı. Robert Kate’e vurmaya çalıştı, ama Kate onun yumruğunu yakalayarak durdurdu.

 

Bir süre bu şekilde kaldılar, Robert’in yumruğu havadaydı ve Kate bu yumruğu avucuyla engellemişti; sanki babası ondan en az bir karış daha uzun ve kırk kilo daha ağır değilmiş gibi.

Kate, “Hayır,” dedi. “Artık yeter.”

Robert havadaki koluna baktı, Kate’in gücüne şaşırmıştı. Boşta kalan diğer elini ona vurmak üzere kaldırdı, ama Kate bunu da yakaladı, babasının bu kolunu da kafasının üzerinde yakalamış ve babası sanki bir kuklaymış gibi öyle kalmıştı.

Kate dişlerinin arasından, “Sana dur dedim,” dedi.

Robert bir o eline, bir bu eline bakıyordu ve gözlerini çatarak alnını buruşturmuştu. Kate’e öfkeli bir bakış attı, hiddeti en üst seviyeye çıkmıştı.

Başka seçeneği kalmayan Kate babasının iki kolunu da hızla çekerek kafasının üzerinde çaprazladı, böylece arkasını dönmesini sağladı. Ayağını kaldırıp sırtına vurarak dizleri üstüne düşmesini sağladı. Kollarını arkasına doğru büktü. Robert göğsü üstüne halının üzerine düşerken acı içinde inledi. Sırtına dizini bastıran Kate onu tamamen kontrolü altına almıştı. Bu haldeyken kalkması imkânsızdı. Kafası yere düştü, yenilmişti.

Odada şaşkın bir sessizlik hâkim oldu. Kimse hareket etmedi. Kimse tek bir söz etmedi.

Sonunda Kate’in annesi sessizliği bozdu.

“Babana böyle saldırdığına inanamıyorum,” diye bağırdı. “Bu yaptığın için polisi çağırmalıyım.”

Kate, “Yaptığım için mi?” diye bağırdı. “İçeri atılması gereken o.”

Anneleri hızla ileri atıldı ve Kate’i babasının sırtından indirmeye çalıştı.

“Robert, sevgilim, özür dilerim. Nasıl bir canavar yetiştirmişiz böyle!”

Anneleri yeniden hıçkırarak ağlamaya başladı. Ama yerde Robert’in verdiği tek yanıt horlama sesiydi. Kendinden geçmiş, uyuyordu.

Kate öfkeliydi. Babası artık onun için bir tehdit olmadığına göre ayağa kalkabilirdi.

Annesi ona döndü, gözleri öfkeden parlıyordu. “Kötü çocuk. Zavallı bir adama bunu nasıl yapabilirsin?”

Kate bu olanlara inanamayarak kafasını salladı. “Seni korumaya çalışıyordum. Onları korumaya çalışıyordum.” Bunları söylerken Madison ve Max’i gösterdi. Ama ikisi korku dolu gözlerle duvarın arkasına saklanıp suspus olmuşlardı.

Kate’in midesi düğümlendi. Onlara baktığında, gözlerindeki bu korkunun babalarından değil, kendinden kaynaklandığını fark etti. Onun bu güç gösterisi onları babalarının öfke patlamasından daha çok korkutmuştu.

Kate gözlerini aşağı indirip ellerine baktı. Tam anlamıyla normal görünüyorlardı, ama vücudunda çok büyük bir gücün toplandığına şüphe yoktu. Herkesin kafasında tek bir soru olduğunu biliyordu.

Ona ne olmuştu?

ON BİRİNCİ BÖLÜM

Korkan ve yalnız kalan Kate dağlara gitmeye karar verdi. Orada oturup altında uzanan şehre bakmak onu sakinleştirecekti, ayrıca oraya kadar tırmanması için bütün sabah uğraşması gerekecekti. Bütün hafta sonu boyunca evde, ona aklını kaçırmış gibi bakan ailesiyle oturma fikri ona pek çekici gelmiyordu ve arkadaşlarını aramak da içinden gelmiyordu. Partide olanlardan dolayı hepsi ona kızgın gibiydi. Ona şu anda yardımcı olabilecek tek kişi Elijah idi, ama o da karanlığın içinde kaybolmuştu ve içgüdüleri – tam olarak anlayamadığı bir içgüdüsü – ona Elijah’ın bir süre boyunca geri dönmeyeceğini söylüyordu.

Şehrin kalabalık sokaklarından ilerlerken yanından geçip giden arabaların sesleri ve bir yemek kokusu dört bir yanı dolduruyordu. Artık paskalya çöreği ve tatlı çöreklerin kokuları ona ekici gelmiyordu ama burnuna gelen ve aç karnını daha da guruldatan bir koku vardı.

Bu kokunun kaynağını bulabilmek için havayı kokladı, daha sonra kaldırımda durdu ve sokağın karşı tarafındaki biftek restoranına baktı. Pencerenin kenarında oturmuş bir aile önlerindeki bifteklere yumulmuştu. Çatallarından tabaklarına kan damlıyordu. Kate’in midesi oraya girmesi gerektiğini işaret edercesine gurulduyordu.

Kendisine engel olamadı. Restorana girdi. İçerisi çok sıcaktı ve dışarıdan daha da gürültülüydü.

Garson, “Size bir masa gösterebilir miyim?” dedi. Bu genç bir Meksikalı kızdı, yüzünde genişçe bir gülümseme vardı. Önünde bir inek resmi bulunan parlak kırmızı bir tişört giyiyordu.

Kate, “Evet, bir kişilik bir masa lütfen,” dedi. Ne yaptığı hakkında hiçbir fikir yoktu. Evden hiç para almadan çıkmıştı. Ama açlığı gözden gelemeyeceği kadar artmıştı. Sıra para ödemeye gelince kaçıp gidecekti.

Birden birisinin adını söylediğini duydu.

“Hey, Kate!”

Kate sesin geldiği tarafa baktı. Bu Tony’di. Garsonun giydiği parlak kırmızı tişörtün aynısını giyiyordu.

Kate, “Merhaba,” dedi, şaşırmıştı. “Burada mı çalışıyorsun?”

Tony tişörtünü işaret etti. “Biliyorum biraz saçma görünüyor. Hepimiz bunu giymek zorundayız.” Bu garip giysiyi giyerken yakalandığı için biraz utanmış gibi görünüyordu. Kate Tony gibi çocukların hiç utanmadıklarını düşünürdü. Tony, “Seni daha önce hiç burada görmedim,” diye devam etti. “Her zaman salata yediğin için bir vejetaryen olduğunu sanıyordum.” Çekingen bir şekilde boynunu kaşıdı. “Biftek sever misin? Yani, tabii ki biftek seviyor olmalısın, yoksa biftek restoranına neden gelesin ki?” Gergin bir şekilde güldü.

Kate gözlerini kıstı. Neden böyle davranıyordu? Neredeyse ondan hoşlanıyor gibiydi. Kate, “Bazen çok iştahım açılıyor,” dedi.

Tony sanki Kate çok komik bir şaka yapmış gibi güldü. Daha sonra ona doğru eğilip fısıldadı: “Bana kalırsa, buradan biftek teme.” Omzunu üzerinden geriye doğru baktı. “Şef pek temiz değil, anlarsın ya?”

Kate kafasını salladı. “Tavsiyen için teşekkür ederim.”

Buradan gitmek için bir bahane çıkmasına sevinmişti. Her ne kadar midesi kazınsa da.

Kate kapıya doğru ilerlerken Tony, “Ah, bekle,” dedi. “İyi misin? Sen partiden gittikten sonra Amy çıldıracak gibiydi. Seni anlayamadığını söylüyordu.”

Konuşurken bir yandan da Kate’in pencerenin yanında oturduklarını gördüğü büyük ailenin tabaklarını temizliyordu. Tabaklarda az pişmiş bifteklerden kalan kanların bulunduğunu gördü. Karnı sesli bir şekilde guruldadı.

Kate ilgisizce, “Sorun yok,” dedi. “Her şey normal. O kendi anne ve babasıyla bazı sorunlar yaşıyor.”

Tony, “Peki o zaman,” dedi. “O halde iyisin, değil mi?”

Kate ona baktı. “Evet. İyiyim.”

Tony’nin elinde tuttuğu tabaklardaki kan çok çekici duruyordu. Kate’in aklına birden bir fikir geldi.

“Bana bir dolar borç verir misin? Çantamı dalgınlıkla evde unutmuşum. Sana Pazartesi geri veririm.”

Tony, “Tabii ki,” dedi. “Hemen veririm, şunları tutar mısın?”

Tony elindeki tabakları Kate’e bıraktı ve elini arka cebine attı.

“Cüzdanım herhalde arka odada çantamda kalmış. Bir dakika bekler misin?”

Kate kafasını olumlu anlamda salladı ve onun mutfakta kaybolup gidişini izledi. O gözden kaybolur olmaz eğilip en üstteki tabağı yaladı. Tadı harikaydı ve besleyiciydi.

Açlığına teslim olmuştu. Tabağı hızlı bir şekilde yalıyor, daha sonra biraz yukarı kaldırarak kanın ağzına doğru akmasını sağlıyordu. Böylece bütün tabakları tek tek elden geçirdi; işi biten tabakları masanın üzerine koyuyordu.

Son tabağı da yaladıktan sonra kendisine geldi. Sanki birisi dünyanın sesini kısmış, aynı zamanda güneşlikleri çekmişti. Kazadan beri ilk defa zihni sakinleşmişti.

Sakinliği büyük ailenin ona iğrenerek baktığını görene kadar sürdü. Birden az önce ne yaptığını anladı. Az önce bir başkasının tabağından biftekten sızan kanları içmişti. Böyle bir şeyi nasıl bir zırdeli yapabilirdi ki?

Tony mutfaktan çıkmıştı ama Kate doları almak için orada beklememişti. Kendisinden korkarak koşarak sokağa çıkmıştı.

*

Kate’in biftek restoranında yaşadıkları onu iyice çıldırttı. Olan biteni kafasında tekrar tekrar yaşıyor ve tıklım tıklım dolu bir restoranda aklını tam olarak ne zaman kaçırmış olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Ama davranışından iğrenmesine rağmen, kendisini günlerdir hiç olmadığı kadar iyi hissettiğini de itiraf etmesi gerekirdi. Sanki bunda zaman ihtiyaç duyduğu tek şey… kandı.

“Demir,” diye kendi kendine açıklamaya çalıştı. “Bir sürü genç kız demir eksikliği çekiyor.”

Kendisine hemen vitamin takviyesi alması ve ıspanak yemesi gerektiğini hatırlattı.

Bütün günü son bir hafta boyunca Madison’ın pazartesi günkü okul partisinden, Elijah’ın evinde çatıda geçirdiği geceye kadar yaşadığı her şeyi kafasından geçirerek dağlarda geçirdi,  Gece olduğunda hiç üşümemişti bile. Ay parlaktı, neredeyse dolunay şeklindeydi ve etrafının görebilmesi için yeterince ışık sağlıyordu. Dağlarda kalmayı çok istiyordu – anne ve babası eve gelmese muhtemelen bunun farkına bile varmazlardı – ama Max’e veya Madison’a bunu yapamazdı. Ablasını ve sonunda hayatı boyunca ilk defa ona destek olmasını düşündü. Acaba onun önünde süper güçlü bir deli gibi davranarak bunu da mahvetmiş miydi? Mahvetmediğini umuyordu. Madison’ın onun yanında olması düşüncesi hoşuna gitmişti.

Bu akşam eve döndüğünde hava tamamen kararmıştı. Herkes uyuyor olmalıydı. Yemekten bir şeylerin artıp artmadığını görmek için buzdolabını açtı. En alt rafta annesinin hazırladığı ve büyük ihtimal köfte yapacağı kıymayı gördü. Tabağın içinde çiğ, pembe ve parıl parıl duruyorlardı. Bir an bile düşünmeden Kate bunlardan bir tanesini alıp midesine indirdi.

Daha sonra buzdolabının kapısını suçluluk duygusuyla kapattı. Annesinin sürekli kilosu ve diyetiyle ilgili söylediklerinin sonunda onda bir beslenme bozukluğuna yol açıp açmadığını merak ediyordu. Günlerce aç kalıp sonunda buna dayanamayan ve gece yarısı çöpü karıştırıp yemek artıklarını yiyen çocuklar olduğunu okumuştu. Belki de kaza onun içinde bir şeyleri harekete geçirmiş ve garip yiyecekler arzulamasına ve çarpık bir beslenme alışkanlığı edinmesine neden olmuştu.

Kate, kafamı çarpınca hipotalamusumu zedelemiş olmalıyım, diye düşündü. Veya hipokampusumu.

Her ne olduysa, birden böyle garip yiyeceklere karşı duymaya başladığı arzular onu yerin dibine sokuyordu. Ama uzun zamandır ilk defa doymuş olduğunu hissettiğini de itiraf etmeliydi.

Parmaklarını ucunda odasına gitti ve kendisini yatağa attı, zihninde bir sürü düşünce, teori ve bu davranışıyla ilgili mantıklı açıklamalar dönüp duruyordu. Sonunda uykuya daldığında, başka bir kâbus görüp yine bağırarak uyanmaması için dua etti. Bunun yerine, gözlerini kapadığında yeniden Elijah’ı görmeyi diledi.

ON İKİNCİ BÖLÜM

Bütün hafta sonu ne olduğunu tam olarak anlayamadan geçti. Babası Pazar sabahı uyanmış ve hemen sempati toplama çalışmalarına başlamıştı. Bu her şeyi berbat ettiğini bildiği zamanlar ara sıra yaptığı bir şeydi. Ayda bir kere ailece Frankie & Benny’s’e gitmenin geri kalan tüm zamanlarda bu çekilmez davranışını affettirdiğini düşünüyor gibiydi.

Kate aileyle birlikte çıkılacak bu yemeğe gitmeyi reddetti. Grup olarak dışarı çıktıklarında genelde annesi onu belirli giysileri giymeye zorlar, tatlı yiyemeyeceğini söyler ve meyve suyu yerine su içmesi gerektiğini söylerdi; Madison ise mükemmel hayatı hakkında böbürlenip dururdu. Kate şimdi bütün bunlara her zamankinden daha az tolerans gösterebileceğini düşündü; özellikle de annesi işten kovulan babalarının çocuklarını dövmesi gibi bir şey hiç yaşanmamış gibi davranırken.

Ayrıca, birisiyle bir tartışmaya giriştiğinde neler olabileceğini düşünerek korkuyordu. Babasına yaptığı gibi tartıştığı kişinin üstüne atlayıp incitecek miydi? Ya kendisine engel olamayıp başka birisinin tabağında kalan biftekten sızan kanları içerse ne olacaktı? Herkesten uzak, evde kalmak en iyisiydi. Yatağının yanındaki uzun zamandır okumak istediği kitaplara başlayabilirdi.

Maalesef bu çok uzun süremedi. Pazartesi geldi çattı ve Kate’in okula gitmek dışında yapabileceği başka bir şey yoktu. Okulda arkadaşlarıyla karşılaşmaktan kaçındı, hafta sonu boyunca bütün aramalarını ve mesajlarını görmezden gelmenin onlarda yarattığı kızgınlıkla yüzleşmek istemiyordu.

Derslerine çok zor konsantre oldu. Edebiyatı sevmesine rağmen, odaklanmakta güçlük çekiyordu. Bakışları Elijah’ın ona vermiş olduğu gümüş kolyeye kayıp duruyordu, bunun bir şans nesnesi olduğunu söylerken neyi kastettiğini merak ediyordu.

Öğretmenin bir anda, “Belki de Bayan Roswell bu soruyu cevaplayabilir,” dediğini duydu.

Kafasını kaldırdı. Herkes ona bakıyordu.

Kate, “Pardon?” dedi. “Sorunu duyamadım.”

Öğretmen, “Sorumuz,” dedi, “Bronte’nin Uğultulu Tepeler adlı eserindeki ana fikirler neler?”

Kate, “Hmm,” dedi.

Sınıf arkadaşlarının bakışları altında Kate’in zihni tamamen boşalmıştı. Gergin bir şekilde kolyesiyle oynamaya başladı. Daha sonra birden kafasında sorunu cevabı oluşmaya başladı.

 

“Pekâlâ,” diye başladı, “yıkıcı güçler olarak aşk ve tutku işlenmiş ve ayrıca değişime direnç teması var. Kathy ve Heathcliff’in aşkı nihayetinde başarısızlığa uğramak zorunda çünkü her ikisi de değişmeyecek; Heathcliff tepelere dönüşünde her ne kadar zengin olsa da, vahşi doğasını kaybetmek istemiyor ve çok uzun bir süre boyunca kin besleyebiliyor; onun tersine yıllar geçtikçe değişmeye daha da istekli olan Hearton sonunda genç Catherine’nin aşkıyla ödüllendiriliyor.”

Öğretmen gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırdı. “Evet, gayet güzel, Kate.”

Kate, “Daha bitirmemiştim,” diye cevap verdi. Zihni bir sürü duyguyla dolmuştu, sanki üst üste dört bardak espresso içmiş gibiydi. Beynindeki sinirler o kadar hızlı çalışıyordu ki tüm düşüncelerini ifade etmeye yetişemiyordu. Konuşmaya devam ederek romandaki çiftlerin sembolik anlamlarını açıkladı. “Tepelerin vahşiliğine karşı çiftliğin medeniyeti. Kathy’nin Heathcliff ve Edgar’a olan aşkı. Birbirinin paralelinde, ama birbirinin tam tersi iki aşk hikâyesi…”

Sonunda kafasını kaldırıp öğretmenin yüz ifadesini görünce sustu. Bu hiçbir zaman unutamayacağı bir ifadeydi. Öğretmen orada hayranlıkla ağzı açık, ona bakıyordu. Tıpkı sınıfın tümü gibi.

Öğretmen onu susturmak için elini kaldırdı, daha fazla dinlemek istemediği belliydi.

Kate yanaklarının kızardığını hissetti. Yerine oturdu ve öğretmene karanlık bir bakış attı. Zihni hala çalışmaya devam ediyordu. Düşüncelerindeki berraklık onu şaşırtıyordu. Kendisini babasına karşı koyduğu andan bile daha güçlü hissediyordu.

Kolyesine dokundu ve düşündü: Elijah’ın şans derken kastettiği şey bu muydu?

*

Ders sona erip herkes kafeteryaya doğru giderken Kate arkasından onun hakkında fısıldaştıklarını duydu. Yavaşça ve dikkate yürüdü ve kendi hakkında söylenenleri dinledi.

Bir kız, “O kaçık eziğin teki,” dedi. “Yani insanları dövüp kahve masalarını parçalamadığı zamanlarda da çok garip birisi oluyor. Derste söylediklerini duydun mu? Böyle şeyleri kim bilebilir ki?”

Derste yaşadıklarından aldığı güçle Kate olduğu yerde geri döndü, onun hakkında fısıldaşan kızı tuttu, ileri doğru itti ve onu dolaplara çarptı.

Herkes yutkundu.

Onun hakkında ileri geri konuşan kızın adı Emma idi. Kate gözlerini kıstı ve ona öfkeli bir bakış attı. Ama Emma’nın gözlerinin içine bakar bakmaz, aniden farklı bir duyguya kapıldı, içinden bir ses Emma’nın duyduğu kıskançlıktan dolayı böyle davrandığını söylüyordu.

Kate, “Disleksi hastası olduğundan utanıyorsun,” dedi kafasını yana yatırarak.

Emma kıpkırmızı kesilerek, “Bunu nereden biliyorsun?” dedi. “Bunu kimse bilmiyor.”

Kalbi çarpan Kate geri çekilip Emma’yı bıraktı. Emma omzu üzerinden Kate’e bakarak hızla arkadaşlarının arasına koştu. Kate orada kalakaldı, nefes nefese kalmış, kafası karışmıştı. Emma cevabını onun da çok merak ettiği bir soru sormuştu.

Bunu nasıl bilebilmişti?

Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»