Seyahatü'l Kübra

Текст
0
Отзывы
Читать фрагмент
Читайте только на ЛитРес!
Отметить прочитанной
Как читать книгу после покупки
  • Чтение только в Литрес «Читай!»
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

SUNUŞ

Yayıncılık hayatının önde gelen isimlerinden Sayın Yasin Topaloğlu böylesi heyecan verici bir projeyi teklif ederken aslında bana yirminci yüzyılın kapısı henüz açılmışken Evliya Çelebiliğe kendini adayan Süleyman Şükrü’ye yol arkadaşlığı yapmamı teklif ettiğini anlamıştım. Daha başlar başlamaz seyyahımızın attığı her adımı görebiliyor, yazdığı her harfin mürekkep kokusunu alabiliyor ve kıtalardan kıtalara, ülkelerden ülkelere, milletlerden milletlere, inançlardan inançlara, kültürlerden kültürlere yaptığı yolculuktaki her deneyimin doyumsuz lezzeti ile mütelezziz oluyordum. “Ne olur Allah’ım, bitmesin bu serüven!” demekten kendimi alamıyor ve bir sonraki durağı heyecanla bekliyordum.

Süleyman Şükrü, kendi topraklarındaki insanların gerçek manada dikkatine henüz mazhar olmamış olsa da onun bu toprakların yetiştirdiği nadide seyyahlardan biri olduğundan şüphe yok. Çok gezen mi çok okuyan mı bilir meselinin çok gezen tarafını tecessüm ettirmiş olsa da gittiği her yerin kütüphanelerini kendine mesken ederek seyyahlığını entelektüel merakıyla da taçlandırmış bir gezgindir. Kâh yürüyerek kâh eşek ve at sırtında, kâh trene binerek ve kâh nehirler, denizler ve okyanuslardaki vapurların yardımıyla şehirler, ülkeler ve kıtalar üzerinde altı yıl süren aralıksız bir yolculuğun doyumsuz bir meyvesi olan bu seyahatname, yazıldığı yirminci yüzyılın arifesindeki girdapların ve gelgitlerin arasında kalmaktan mütevellit hak ettiği yeri henüz elde edememiş çok değerli bir kitaptır. Bu meyanda saklı bir hazineden çıkarılmış paha biçilmez bir eser kıymetindedir. Seyyah Süleyman Şükrü, kendi şahsi hayatından kesitlerle başlayarak deneyimlerini ve olayları bir roman kıvamında anlattığı bu seyahatnamesinde, uğradığı her yerin sosyolojisi, siyaseti, iklimi ve doğasının resmini çizmekle kalmamış, okumalarından elde ettiği entelektüel birikimle de geçmişten geleceğe çok farklı konularda yorumlarını ekleyerek okuyucuya konuları daha anlaşılır kılabilmeyi amaçlamıştır.

Kitabı okurken sadece mekânlar ve olaylarla dolu bir serüven görmeyecek aynı zamanda portre analizleri, dönemin siyasetine dair bugün hâlen daha etkisi devam eden sosyo-politik müzakereler ile Aliya İzzetbegoviç’in tabiriyle “Doğu-Batı Arasında İslam” tartışmalarına tanık olacaksınız. Osmanlı’nın son dönemindeki iç ve dış politik kavgaların Avrupa’da, Afrika’da ve Asya’da görülen izlerini sürerken tarihte karanlık kalan bazı sorulara cevap bulacaksınız. Son dönemin politik ve bürokratik çalkantılarına getirdiği eleştirilerin bugüne ne çok ışık tuttuğuna şahit olacaksınız. Hilafet kavramının Müslüman coğrafyalardaki siyasal anlamını irdelerken bir yandan da Asya ve Afrika’daki İngiliz ağının nasıl örüldüğünü detayları ile okuyacaksınız. Yazar, kalemiyle sizi kitabının içine öyle çekecek ki farklı milletlere, inançlara, mezheplere ve kültürlere sanki bizzat kendiniz dokunmuşsunuz gibi hissedeceksiniz. Sizi götürdüğü şehirlerin mimarisini anlatırken kendinizi, elinizde fotoğraf makineniz Boğazı, Eyfel’i, Piramitleri, Lal Kıla’yı, Şah Cihan Cami’yi Çin Seddi’ni ve diğer sayısız tarihî mekânı ve tabiat güzelliklerini çekerken bulacaksınız. Diğer yandan ansiklopedileri karıştırıyormuşsunuz gibi seyyahın rotası üzerindeki ülkelerle alakalı olarak bugün birçok kaynakta elde edemeyeceğiniz demografik bilgiler, kentsel gelişmişlikler, ekonomik veriler, doğa ve iklim tanımlamaları, tarımsal ürünler ve gözlemler, sınırlar ve mesafeler, kütüphaneler, taşınır ve taşınmaz tarihî eserler, kitaplar ve kültürel ögeler ile yerel portrelere ulaşacaksınız. Kendisini insanlığa bir eser bırakma misyonuna adadığını söyleyen seyyahın bu kitabı, sanki kendi ifadesiyle mecburi bir seyahat nedeniyle değil de gittiği yerlerin her bir detayını raporlayarak çağdaşlarına ve geleceğe bir armağan sunmak amacıyla yazdığı aşikârdır.

Bu seyahatname ayrıca bir Osmanlı bürokratının otobiyografik bilgisini de ihtiva etmektedir. Burdur’daki çocukluk ve gençlik döneminden başlamak üzere hatıralarını ve babasından ve atalarından duyduklarını, memuriyete geçişini, sonraki süreçte yaşadığı deneyimlerini ve gözlemlerini teferruatlı bir şekilde kaleme almıştır. Diğer yandan fikrî hayatı ile ilgili çok sayıda yazıya eserde yer vermiştir. Bu bağlamda Meşrutiyet Dönemi düşünce dünyasının kendisine has bir portresini resmetmektedir.

Seyyahımız muhatap olduğu ya da gördüğü farklı karakterler ve topluluklar üzerinde farklı fikirleri tartışmaktan ve irdelemekten çekinmemiştir. Mesela Bedri karakteri üzerinden Osmanlı devleti bürokrasisi içindeki çalkantılara yer vermekte ama devletin azametli yöneticilerinin bunları çözecek akıl ve yetenekte olduğunu da samimiyetle vurgulamaktadır. Kendisi her ne kadar Bedri karakteri üzerinden bu çalkantılarla gittiği her yerde mücadele etse de kendi ifadesiyle ne yazık ki her hainin bir gafil koruyucusu bulunmaktadır. Fikirlerini dile getirme özgürlüğünden hiç ödün vermeyen yazar kişi ve yerler hakkındaki yorumlarını hiç çekinmeden ve otosansürsüz dile getirmektedir. Bu konuda saltanat ve hilafete olan saygı ve hürmeti saklı kalmak kaydıyla Osmanlı yönetim eliti hakkındaki tüm gözlemlerini de çekinmeden dile getirmektedir. Bu anlamda Azeri iş adamıyla saltanat sistemi ve İran üzerine yaptıkları uzunca fikrî münazara bugün hâlen daha süregelen tartışmaların izlerini taşımaktadır. Yazar tutkulu bir Osmanlı hayranıdır. Bundan mütevellit, gittiği birçok yeri köhne olarak görürken Osmanlı’yı yüceltmekten kendini alamaz. Fakat bu bağlılık, sorgulamalarına engel teşkil etmez.

Seyyah, şehirlerin mimarisini ve coğrafyasını anlatırken insana dair sosyolojik ve kültürel değerlendirmeler yapmaktan da geri kalmaz. Bu bakımdan kitabın en güzel özelliklerinden biri, şehirleri anlatırken insan sosyolojisi ile yapıların tasvirlerini iç içe anlatmasıdır. Bunu sadece Tahran’da değil, Paris’te de görürsünüz, Kahire’de de Haydarabad’da da… Ama gittiği hiçbir yerde vatan sevgisi peşini bırakmaz. Bunu bazen vatan hasretliye bazen de gerçek bir inanmışlıkla dile getirir. Paris’in güzelliklerini anlatırken bir anda millî duygulara yenik düşüp tekrardan İstanbul ve saltanat övgülerine başvurur. Bunu sadece dönemin milliyetçi akımlarından esinlenmiş millî bir heyecan olarak görmemek gerekir. Bu aslında yazarın keyifle başvurduğu bir karşılaştırma metodudur. Hangi şehrin güzelliğini anlatsa tekrar İstanbul’a döner, onun kendisinde uyandırdığı yüce duygulardan bahsettikten sonra anlatmakta olduğu şehri onun karşısında mağlup ettirir.

Seyahatname her hâliyle doyurucu bir bilgi ve deneyim şöleni sunmakta mahir bir kalemdir. Ekseriyetle bir memlekete gitmeden önce ora hakkında sözlü ve yazılı bilgiler edinir. Gittikten sonra da oranın resmî kaynakları ve kütüphanelerine başvurarak kitabını zenginleştirir. Öyle ki verdiği bilgiler bugün o ülke üzerine çalışanlar için hâlen daha çok kıymetlidir. Bu anlamda ziyaretlerinin hiç de plansız ve tesadüfi olmadığı ve bir amaç taşıdığı izlenimi vermektedir. Diğer yandan seyyahın gittiği her yerde resmî makamlara kolayca ulaşabilmesi, elinde bir padişah fermanı varmış gibi her ortamda hürmet görmesi ve karşılanıp ağırlanması da dikkat çekicidir.

Böylesi bilgi ve tecrübe açısından her sayfası sürükleyici olan bu seyahatnameyi yayına hazırlayıp sadeleştirmek, benim için büyük bir onur vesilesidir. Orijinal nüsha üzerinden yapılan bu sadeleştirme çalışmasında sadece Arapça ve Farsça kelimeler günümüz Türkçesine uyarlanarak yapılmamıştır. Anlam ve muhtevaya zarar vermeden bazen uzun cümleler bölünmüş bazen de bir paragraf birkaç paragrafa ayrılmıştır. Nadiren bir paragraf içerisindeki bir bölüm anlam bütünlüğü çerçevesinde bir sonraki paragrafa dâhil edilmiştir. Ayrıca kitaba asıl nüshasında olmayan bazı başlıklar eklenmiştir. Bu başlıklar, özellikle kitabı bölümlere ayırmada ya da uzunca bahsedilen ama başlık konulmayan şehir ya da bölgeleri adlandırma amacıyla konulmuştur.

Diğer yandan, parantez içerisinde birtakım açıklamalar eklenmiştir. Seyyah, hem Hicri hem de Rumi takvim kullanmıştır. Tarafımca söz konusu tarihlerin Miladi takvim uyarlamaları parantez ile eklenmiştir. Ayrıca yine kitapta yazarın takip ettiği tüm rotalar, haritalar yardımıyla teyit edilmiştir. Gidilen yerler hakkında okumalar yapılmış ve buraların isimleri sonradan değişmiş ise bugünkü güncel adları ansiklopedik kaynaklardan da yararlanılarak parantez ile eklenmiştir. Son olarak kitapta geçen isimler ve bazı kavramların güncel hâlleri parantez içinde sunulmuştur. Tüm bunlara ilişkin bazı dipnotlar da eklenmiş ve yazarın dipnotları ile karıştırılmaması amacıyla bu açıklamaların sonuna çevirenin notu (ç.n.) ibaresi konulmuştur.

Bu sadeleştirme çalışmasında Seyahatü’l-Kübra’nın 1907 Petersburg nüshası dikkate alınmıştı. Eser üzerine daha önce yapılan iki kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Salih Şapçı tarafından sadeleştirme yapılarak transkripsiyon şeklinde 2005 yılında hazırlanan ve Eğirdir Belediyesi Yayınlarından çıkan Seyahatü’l-Kübra/Büyük Seyahat adlı eserdir. Diğeri ise Hasan Mert tarafından birebir transkripsiyon olarak 2013 yılında hazırlanan ve TTK Yayınlarından çıkan Seyatü’l-KübraArmağan-ı Süleymani Be-Bargah-ı Sultani adlı çalışmadır. Yine seyahatnamenin tümü ya da bir bölümü üzerine çok sayıda akademik çalışma ortaya konulmuştur. Şüphesiz, sadeleştirme öncesi bu çalışmalar da incelenmiştir.

Kitapta çok sayıda Arapça ve Farsça şiir bulunmaktadır. Bu şiirlerin geneli yazarın gittiği yerlerde kütüphanelerde elde ettiği arkaik ya da bölgesel Arapça ve Farsça metinlerdir. Bu nedenle çevirisi yapılan bu metinlerin yalnızca özetleri eklenmiştir. Şiirlerde ise okunan şiirin anlam ve muhtevasına göre bir çeviri tercih edilmiştir.

Kitap titiz bir çalışmanın ürünüdür. Çalışmada, günümüz seyyahlarına, bilgi ve irfan meraklılarına ve kitabın kapsadığı konuları çalışan araştırmacılara yardımcı olması amacıyla çok boyutlu bir sadeleştirme amaçlanmıştır. Umulur ki bu çalışma, hem Osmanlı’nın son Evliya Çelebisi olan Süleyman Şükrü’nün gerçek manada tanınıp anlaşılmasına bir katkı sunar hem de tarih, coğrafya, siyaset ve kültür meraklılarına yeni bir merak kapısı aralar.

 

İnsan ne yaptı ki eksiği olmasın. Eksikliklerimizin hoş görülmesi temennisiyle…

Bekir Akçelik
Ankara-2021

YAZARIN ÖN SÖZÜ

Cenabı Allah’ın birliğini ve kudretinin büyüklüğünü onun yaratmasındaki kusursuzluğu sayesinde idrak eden insanoğlu, geleceğin neler getireceğinden habersizdir. Bu nedenle geçmişten ders almaya mecburdur. Bu amaçla geçmişteki olayları araştırıp incelemekten başka da bir imkânı ve yetkisi bulunmamakta ve merakını gidermek yolunda bunu yapmaktan da kendisini alamamaktadır. Çünkü tarihin akışı tıpkı elektrik bataryasının bir ucundan geçip diğer ucuna gelen elektrik sisteminde olduğu gibi gözle görülmeyen iki güç arasındaki iletken maddeye benzemektedir. Geçmiş ile karşılaştırılan düşüncenin yararlandığı ışık kaynağı da geleceğin bilinmezliğindeki vakaları meydana gelmeden önce görmeye ya da tahmin etmeye başlayana kadar insanlık için delil ve ışık olacaktır. Diğer bir ifadeyle geçmişteki olaylar manzumesi insanoğlunun gelecekteki olayları kavramasına sürekli imkân sağlayacaktır.

İnsanoğlunun bazı konulara gereğinden fazla yönelmesi sonucu düşüncesi durgunlaşır. Bunu aşmaya hevesli olan insan, yaratılışın verdiği dürtüyle hayatı boyunca yaşadığı deneyimlerden yararlanır ve neticesinde elde ettiği bilim ve anlayışla güçlenir. Bu sayede kalbinde ve ruhunda da ferahlık duygusuna ulaşır ve bu manevi lezzetle kendinden geçer. Geçmişin gizli derinliklerinden ortaya çıkardığı gerçekliğin ışığıyla aydınlanamadıkça akıl gözle görülen sınırlı dünyayı kavramaya daha fazla çabalamaya çalışır. Geçmişin tercümanı olan tarihin her geçen gün yenisi eklenen sayfalarında biriken olayları eline alarak ihtiyacına göre araştırır. Bunun sonucunda ortaya çıkaracağı doğru sonuçları kendi geleceğine rehber yapar.

Ne manaya geldiğini idrak edemeyenlerin boş söz dediği, akla yol gösteren tarihin yorumu olan seyahatnameler, tarihçiler ile coğrafyacıların yardım ve bilgi kaynakları arasındadır. Medeni milletler seyahatname okurlar, seyahate ilgi duyarlar, seyyahlara dost ve yardımcıdırlar. Seyahatnameler, medeniyetin temeli, yol gösterici, ilim kaynağı, fen bilimlerinde ilerlemeyi teşvik edici, bilimin sebebi, milletler arasındaki ilişkileri düzenleyici, doğru yolun göstericisi, her iki cihanda mutluluk sebebidir. Hz. Muhammed’e tabi İslam ümmetinden her erkek, maddi ve manevi yönden yahut farklı sebeplerden seyahate gücü yetmese de seyahatnameleri gözden geçirmeye dinen mecburdur. Diğer yandan felsefi gelişim açısından da bu bir ihtiyaçtır.

Bir ferdi olarak gurur duyduğum soylu Osmanlılar, aslen medeniyet yolunda ilerleyen ilim sahibi milletlerdendir. Fakat ne acıdır ki içimizden vatandaşları ikaz azmiyle seyahat zorluklarına katlanacak gezginler çıkartıp kütüphanemize detaylı seyahatnameler bırakılamamıştır. Batı dillerini bilen yazarlarımızın yabancı eserlerden tercüme yoluyla faydalanmak üzere ortaya koydukları tekil çalışmalarda ise İslam dünyasıyla ilişkili önemli maddeler yoktur. Belki de bu saklanmaya çalışılmıştır. Kütüphanelerimizdeki bu eksiklikten dolayı, dünya memleketlerinin bugünkü toplumsal, coğrafi ve siyasal durumlarını ve detaylarını inceleme ve onlar hakkında bilgi sahibi olma imkânım olmadı. Bu eksikliği gidermek için ben de kısmen dolaşarak bunca edebiyatçılara rağmen kaleme almaya cesaretlendiğim “Seyâhat-ül Kübra” adlı bu seyahatnamede görülen kusurlarımın iyi niyetime bağışlanarak hatalarımın düzeltileceğinden, eksiklerinin tamamlanacağından hiç şüphem yoktur.

Din ve devletine doğru bir şekilde sadakat duyanların dostlarına da yardımcı Rabb’imizden bu çabamda yardım diler, erdemli kişilerden af beklerim.

Karçınzade Süleyman Şükrü

GİRİŞ

Fetihçilik arzusundan kurtulamayarak hükmünü ortaya koymaya cesaretlendikçe acı tecrübelere uğrayan nice devlet ve hükümdarların1 yüzyıllarca önünde diz çöktüğü kudretli Osmanlı Devleti’ne ve İskender gibi büyük padişahlarına karşı var olan tutku ile birlikte izzet ve saygınlıkla kıymetlenmiş kudretli bir sıfatın, muhteşem bir hilafetin, herkesi birleştirme kudretine sahip bir saltanatın ve ilahi bir gücün gölgesi olarak vasıflandırılan bir zatın mevcudiyetinden kaynaklanan baskın arzu ile (bu seyahate başladım). Asya ve Avrupa kıtalarını ve Avustralya sınırları içinde bulunan Sumatra, Cava, Brunei, Sri Lanka, Maldiv, Malezya, Polonezya, Hebrit, Kaledonya, Maryan, Karolin gibi okyanus sularının zengin ada devletlerini (boydan boya gezdim). (Bu seyahatime) Avrupa’nın yarısını tamamıyla elinde tutan, şerefli hükümranlığının altına olmakla iftihar duyan, canını feda etmek adına o kudretli makamın sadece şanlı bir fermanını bekleyen İslam âleminin her baştan kuşatan ve 89 milyon kilometre toprağındaki bu geniş toprağı ve bir milyar yüz yetmiş beş milyon nüfusu ile saltanatı altında bulundurmayı başaran sahip şevketli ve güçlü Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkış noktası olması münasebetiyle manevi varlığından hiçbir şüphe bulunmayan mübarek Anadolu toprağının güneyinde bulunan Konya Vilayet’ne bağlı Hamidâbad Sancağı sınırlarındaki Eğirdir’den başladım. Burası, benim yaşadığım şehir olduğu için başlangıç noktası olarak seçildi.

Şanlı bir mazisi bulunan Eğirdir şu an itibariyle üçüncü sınıf bir kaza merkezi olsa da konumunun güzelliği ve tarihi önemi dikkate değerdir. MÖ 22. yüzyılda Irak’tan Anadolu’ya gelen Lid kavminin kalıntılarından müteşekkil bu kadim şehir, Selçuklu sultanlarından Alparslan’ın fetihleri döneminde Romalılardan alınarak İslam topraklarına dâhil edilmiştir. Bu aşılması zor engeli ortadan kaldırdıktan sonra Batı Asya fetihlerini İzmir Körfezi’ne doğru kolaylıkla genişleten bu kıymetli komutan, İslam güneşini daha da aydınlatma azmiyle Çin’e doğru ilerlerken Azerbaycan yakınlarına ulaştıkları esnada yokluğundan istifade edilme ihtimaline karşılık askerlerinin başından bizzat bulunuyorlardı. O esnada ansızın sınırı geçmeye cesaret gösteren Roma İmparatoru Romanos (Romanos Diogenes) ile onun müttefiki Rus kralının tüm güçlerinin Ahlât ve Malazgirt ovalarından karşılayıp sel gibi saldırıya geçen bu düşman bölüklerini yirmi dört saat içerisinde mahvetti. Kurtulanları ise ahdine bağlılık gösteremeyen hükümdarları ile birlikte esir ederek dünyaya korku salmıştı.

Böylesi bir cesaret ve aslan heykeli bir sultanın soyundan gelmesine rağmen dönüş yollarının güvenliğini sağlamaktan âciz olma, bunun yanı sıra yeteri miktarda mühimmat ve yiyecekleri olmadan tedbirsiz bir şekilde üzerine gelen dört buçuk Tatar’ı dahi karşılamaya cesaret edemeyen, selefinin zafer şükranı olarak tacını ve tahtını bırakmak kaydıyla esaretten azat ettiği Rum kayserinin (Bizans) ailesinin huzuruna çıkmaya can atan Sultan Alaattin bin Keykubat’ın korkaklığı nedeniyle Konya İslam saltanatı düşmüştür.

Bu devrin ardından Allah’ın bir nimeti olarak gün yüzüne çıkan kıymetli Osmanlı Hanedanı bir güneş gibi açmış ve gücün ve azametin göstergesi padişahımız Gazi Hüdavendigar Efendimiz hazretleri, hükmünü ortaya koymaya başlamıştı. İşte o saadet döneminde Hamidoğlu namındaki derebeyi, padişahın kudretli kapısına yüz sürmeyi ve geniş topraklarını teslim etmeye gelmiştir. Padişahımız lütuf göstermiş ve huzurlarına kabul edilmişti. Bu kabul sonrası Padişah tarafından ihsan edilen yüksek bir tutar ile bu bölge satın alınmıştır. Neticede, uzun zamandır bu şanlı hâkimiyetin altına girmeyi arzu eden bölge sakinleri o zorbaların elinden bir merhamet gösterisi olarak kurtarılmıştı. Böylece bu güçlü kale, yeniden şevketli bir padişahın kıtaları aşan hükümranlığı altından bulunmaya başlamış ve şereflenmiştir.

Rimpapa’nın (Roma Papası) teşvikiyle Avrupa’nın her tarafından ortaya çıkıp önlerinde yürüttükleri bir aptalı rehber olarak kabul eden Haçlılar, İslam şehirlerine doğru korku salan bir sel gibi olanca şiddet ve hızla durmaksızın saldırdılar. İşte Eğirdir, sadece bu serserilerin yayılabildikleri yerlerde sebep oldukları facia ve vahşetlere sahne olmamış. Bana göre Timurlenk’in Küçük Asya’yı boydan boya görülmemiş kötülük ve korkuya maruz bıraktığı o hazin günlerdir bu dönemden daha kötüdür. İşte Eğirdir bu saldırılara mertçe karşı koyarak bu hunharca akımların hiçbirisine teslim olmamıştır. Burası din ve devletin onuru için çaba gösteren yiğitlerin toplanma yeridir. Bununla birlikte, İslam ordusunun en önemli mühimmat merkezi konumunda olmuştur.

Benzeri görülmemiş bir kalabalıkla akın akın gelen Haçlıların ortadan kaldırılması uğrunda savaşan Selçuklu Hükümdarı Kılıçaslan istihkâmlarının gücüne güvenmediği Konya’daki hanedanlarını ve hazinelerini aldırıp Eğirdir’e naklettirdi. Bu durum, buranın Anadolu’nun savunma ve stratejik konum anlamından en önemli yerlerinden biri olduğunu göstermeye yetmektedir. Kâfirler haşeratının temsilcisi Haçlılar adındaki zavallıların iki milyon kadarı, onları karşılayan Müslüman yiğitlerin keskin kılıçlarıyla güzelce param parça edilmişti. Birçoğu aç ve susuz bir hâlde geberdiler. Bu çatışmalardan kurtulabilenler ağızlarının payını alarak perişan bir vaziyette çekildiler. Olaylar yatışana değin bir müddet kendi aileleri ile burada kalmışlardır. Şehirde yıllarca bulundukları bilinmektedir.

Selçukluların yıkılışından Osmanlı Devleti’nin yükselişine kadar Küçük Asya’nın büyük kısmı Romalıların elinde bulunuyordu. Bu nedenle bu memleket Güney Anadolu’nun asırlarca gözetleme noktası, İslam toprağının en meşhur sancağı ve şanlı sınır boyu olmuştur.

Orhan Gazi hazretlerinin devrinde ortaya çıkan temiz süt emmemiş Karamanoğlu, Sultan Süleyman hazretlerine değin siyasi oyunlar yapmaya devam etmiştir. Bununla da kalmayıp Köprülüzade’nin vezirliği döneminde yeniden sahneye çıkmıştır. İstanbul’un fethinden Avrupa’ya yönelik devam eden savaş ve zaferler esnasında meşguliyetlerimizden yaralanmaya çalışmıştır. Papa ve İtalyanların kışkırtması ve yardımıyla fırsat buldukça her tarafa hücum etmeye çabalamışlar fakat Eğirdir Kalesi’nin yakınına dahi uğrayamamışlardır.

Vatanın korunmasına asırlarca göğüs geren bu aslan toprağının geçmişini bilinmezlikten kurtarmak benim için bir görevdir. Bunun için ilk başta İslam öncesi durumunu açıklamak ve Güney Asya’nın geçmişine odaklanmak gerekmektedir.

Güney Asya’nın tarihi sürecine ve önceki siyasetine dair bilgilerim özet olarak şunlardan bahsedilebilir.

1Saltanatın Mimarı Gazi Sultan Osman Han hazretlerinin Bursa’yı fethinden, Cennetmekân Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u kuşatmasına kadar Doğu Roma İmparatorluğu tahtında oturan kayserleri, Trabzon Rum İmparatorluğu, Karakoyunlulardan Uzun Hasan, Karamanoğulları ve bunlar gibi türediler, Bulgar, Sırp, Ulah, Rus ve Nemse kralları, Varna’da Kosova, sırasıyla ortadan kaldırılan Avrupa güçlerini geneli, diğer yandan Ramazanoğulları, Dulkadiroğulları, Mısırda kurulan Çerkes Devleti, İran’da kaftan giyine Safevilerden Şah İsmail, Şah Tahmasab ve halefleri, zorbalardan Nadir Şah, Yemende korku ile yöneten Mutahhiroğulları, Tunus ve Cezayir topraklarında zulüm yapan İspanya vahşileri, bir dönemin İngiltere’si sayılan Venedikliler, Mora Yarımadası’nı işgal eden İtalyanlar, Kanuni devrinde var olan Macaristan Bohemya ve Hersek Kralları, Fransa Kralı Fransuva Josef, Almanya İmparatoru XVI. Şarlken ve bütün Avrupa, Hindistan’da Portekizliler, Sudan ile Haraar’ın fethinde Habeş Neçeşileri, bir dönem Prut Nehri kenarında Baltacı Mehmed Paşa’ya aman diyen Rusya İmparatoru Büyük Petro ve İmparatoriçe Katerina ve diğerleri…
Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»