Gora

Текст
0
Отзывы
Читать фрагмент
Читайте только на ЛитРес!
Отметить прочитанной
Как читать книгу после покупки
  • Чтение только в Литрес «Читай!»
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

11

O akşam Haran, Gora’ya haddini bildirmeyi ve Suçarita’nın karşısında zafer bayrağını dalgalandırmayı çok istemişti. Başlangıçta Suçarita da onu desteklemişti. Ama sonra her şey değişmişti. Suçarita sosyal ve dinî konularda Gora’ya katılmıyordu ama ırkıyla insanlarına duyduğu saygı ve sevgi, onu taraf değiştirmeye itmişti. Daha önce hiç ülkenin durumu ile ilgili tartışmalara girmemişti fakat kendi insanlarının hor görülmesine dayanamayan Gora öfkeyle kükredikçe ona yakınlık duymaya başlamıştı. O güne kadar hiç kimsenin ana vatanını böyle güçlü bir inançla savunduğunu görmemişti.



Binoy ile Gora gittikten sonra Haran arkalarından konuşup onları görgüsüzlükle suçlayınca, Suçarita ona karşı olduğunu göstermek için yine diğer iki gencin tarafını tutmak zorunda kaldı.



Bununla birlikte, Gora’ya duyduğu olumsuz duyguları tamamen bastırabilmiş değildi. Onlara bir köylü gibi giyinerek geldiği için hâlâ ona kızgındı. Küstahlığının aşırı dindarlıktan kaynaklandığının farkındaydı; onda bir şeye bütün benliğiyle inanan bir insanın doğallığı yoktu, inancının ona gerçek anlamda doyum vermediği belliydi; bu doyumsuzluk, çevresindeki insanlara yönelik öfke ve küstahlık şeklinde dışa vuruyordu.



O akşam Suçarita gerek sofrada, gerekse Lila’ya masal anlatırken hiç dinmeksizin içini kemiren bir acı hissetti. Vücudunuza batan bir dikeni çıkarmak için tam olarak nereye battığını bilmeniz gerekir. Suçarita da terasta oturdu ve canını yakan dikenin yerini bulmaya çalıştı. Akşam serinliğinin kalbindeki ateşi söndüreceğini sanıyordu, ne var ki bu bir işe yaramadı. İçinde ona ağlama isteği veren tanımlayamadığı bir sıkıntı vardı ama gözünden bir damla bile yaş gelmedi.



Suçarita’yı yiyip bitiren şey, tanımadığı küstah bir gencin, alnında kastının sembolüyle evlerine gelmesi ya da bir tartışmada onu alt etmenin ve gururunu kırmanın olanaksızlığını kabullenmek zorunda kalması değildi. Bunun mantıklı bir açıklama olmadığını bilen genç kız başka bir neden arıyordu ve gerçek nedeni anladığında utançtan kıpkırmızı kesildi. O delikanlıyla iki üç saat yüz yüze oturmuştu, arada bir onu savunarak tartışmaya katılmıştı ama Gora kızla hiç ilgilenmemişti, giderken ona selam bile vermemişti, başından sonuna kadar onun varlığının farkında değilmiş gibi davranmıştı. Kendisini bu kadar çok üzen şeyin ilgisizlik olduğundan artık emindi. Binoy’un da kaba davranışları olmuştu ama bu doğaldı çünkü kadınlarla birlikte olmaya alışkın değildi, onun için çekingendi ve öz güveni yoktu. Ama Gora’nın kabalığının nedeni tamamen farklıydı.



Gora’nın ilgisizliğine dayanmak ya da onu tamamen silip atmak Suçarita için neden bu kadar zordu? Onun ilgisizliğine karşın, kendini kontrol altında tutamayıp sık sık söze karıştığını düşündükçe utançtan ölmek istiyordu. Gora yalnızca bir kez, öfkeyle Haran’ı haksızlık yapmakla suçladığında ona bakmıştı. Bu bakışta utanç belirtisi yoktu ama ne olduğunu anlamak da olası değildi. Ona akıl danışılmadığı hâlde erkeklerin sözüne karıştığı için kendini kanıtlamaya çalışan şımarık bir kız olduğunu mu düşünmüştü? Onun düşüncesi neyi değiştirirdi? Hiçbir şeyi değiştirmezdi, Suçarita bunu biliyordu ama bu onu avutmaya yetmiyordu. O akşamı unutmak, tamamen belleğinden silmek için çok uğraştı fakat bunu yapamadı. Sonra içinde Gora’ya karşı bir öfke duydu ve bu boş inançlı, küstah gencin adını nefretle anmak istedi. Ama bunu da başaramadı, sesi gök gürültüsünü andıran o dev adamın kararlı bakışları gözünün önünde canlandığında öz güvenini yitiriyor ve onun karşısında kendini küçülmüş hissediyordu.



İçindeki çelişkili duygulara karşı bir savaş veren Suçarita gece geç saatlere kadar oturdu. Herkes odasına çekilmişti ve ışıklar sönmüştü. Ön kapının kapandığını duydu, demek ki hizmetçilerin işi bitmişti ve yatmaya hazırlanıyorlardı.



O sırada üzerinde geceliğiyle Lolita geldi ve hiçbir şey söylemeden korkuluğa dayanıp durdu. Suçarita gülümsedi. O gece Lolita ile yatacağına söz vermiş ve bunu tamamen unutmuştu; doğal olarak şimdi ona kızgındı. Unutkanlığı için Lolita’dan özür dilemesinin işe yaramayacağını biliyordu çünkü unutkanlık başlı başına bir suçtu. Lolita insanlara verdikleri sözleri anımsatacak yapıda bir insan değildi. Üzüldüğünü belli etmeden uzun süre yatakta kalmıştı ama zamanla hayal kırıklığı artmıştı ve daha fazla beklemeye dayanamayan kız yataktan çıkıp hâlâ uyanık olduğunu göstermek için sessizce ablasının yanına gelmişti.



Suçarita yerinden kalktı ve yavaşça Lolita’nın yanına giderek: “Lolita, bir tanem, lütfen bana kızma.” dedi.



Homurdanarak ondan uzaklaşan Lolita: “Kızmak mı?” diye sordu. “Neden kızacakmışım ki? Sen oturmana bak.”



“Haydi, yatağa gidelim.” dedi Suçarita yalvaran bakışlarla, sonra onun elini tuttu.



Lolita karşılık vermeden olduğu yerde kalınca, Suçarita onu yatak odasına kadar sürükledi.



Lolita boğuk bir sesle sordu: “Neden bu kadar geç kaldın? Saatin on bir olduğunu bilmiyor musun? Her saat başı guguklu saatin sesini duydum ve seni bekledim. Ama artık çok geç oldu, uykun geldiği için benimle konuşamayacaksın.”



“Özür dilerim hayatım.” dedi onun yanına giden Suçarita.



Onun hatasını kabul etmesiyle birlikte Lolita’nın öfkesi yatıştı ve bir anda sakinleşti. “Bunca zamandır tek başına oturmuş kimi düşünüyorsun Didi?” diye sordu. “Panu Babu’yu mu?”



“Ah, saçmalama!” diye bağırdı Suçarita onu azarlarcasına.



Lolita, Panu Babu’ya dayanamıyordu. Ama delikanlının Suçarita’ya duyduğu ilgiyi kız kardeşleri gibi alaya almaktan da hoşlanmıyordu. Haran’ın ablasıyla evlenmek istediğini düşündükçe öfkeden deliye dönüyordu.



Kısa bir suskunluktan sonra Lolita, ablasına sordu: “Binoy Babu çok tatlı bir insan, değil mi Didi?” Bunu Suçarita’nın duygularını öğrenmek amacıyla sorduğunu anlamak için dâhi olmaya gerek yoktu.



“Evet canım, Binoy Babu gerçekten iyi bir insana benziyor.”



Lolita’nın beklediği yanıt bu değildi, onun için konuşmayı sürdürdü: “Sen ne dersen de Didi, ben Gourmohan Babu’nun çekilmez biri olduğunu düşünüyorum. Ne kadar garip bir ten rengi var, yüz hatları ne kadar sert! Üstelik çok da ukala! Senin üzerinde nasıl bir izlenim bıraktı?”



“Bana göre aşırı dindar bir insan.” diye yanıt verdi Suçarita.



“Hayır, sorun bu değil!” diye haykırdı Lolita. “Amcamız da çok dindardır ama aralarında fark var. Ben… Ben… Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.”



“Evet, gerçekten çok farklılar!” diye güldü Suçarita. Bunu söylerken gözünün önünde Gora’nın geniş, beyaz alnındaki kast sembolü canlandı ve öfkesi tekrar kabardı. Gora, giyimi ve davranışıyla onlara açıkça, “Ben sizden farklıyım!” demişti. Onun gururunun kırıldığını görmekten başka hiçbir şey Suçarita’nın öfkesini yatıştıramazdı.



Konuşmalarının hızı yavaş yavaş kesildi ve uykuya daldılar. Suçarita sabahın ikisinde şiddetli yağmurun sesiyle uyandı. Odanın köşesindeki lamba sönmüştü ve gökyüzünde çakan şimşeklerin ışığı cibinlikten süzülüp yataklarını aydınlatıyordu. Gecenin sessiz karanlığında hiç durmaksızın yağan yağmurun sesi genç kızın sinirini bozuyordu. Yatakta bir yandan diğerine dönüp dururken, kıskançlıkla derin bir uykuda olan Lolita’nın yüzüne bakıyordu; o gece bir daha uyuyamadı.



Huzursuzca yataktan çıktı ve balkon kapısına doğru yürüdü. Kapıyı açtı ve arada bir esen rüzgârla birlikte onu ıslatan yağmur damlalarını izlemeye başladı. O akşam olup biten her şeyi bir bir aklından geçirdi. Gora’nın batmakta olan güneşin ışınlarıyla kızıla boyanan heyecanlı yüzü, sofrada dinlediği ama sonradan unuttuğu konuşmalar ve delikanlının kalın ve boğuk sesiyle birlikte yeniden gözünün önünde canlanmıştı.



Sesi kulaklarında çınladı: “Sizin cahil dediğiniz insanlar, benim partimin insanları. Sizin batıl inanç dediğiniz şey, benim dinim! Ülkenizi sevmediğiniz ve kendi insanlarınızın yanındaki yerinizi almadığınız sürece ana vatanımız hakkında bir tek kötü söz bile söylemenize izin veremem.” Haran ona şöyle karşılık vermişti: “Herkes sizin gibi düşünürse ülkede nasıl reform yapılır?” Bunun üzerine Gora, “Reform mu?” diye kükremişti. “Bu biraz daha bekleyebilir, sevgi ve saygı reformdan önce gelir. Biz bir birlik olmayı başarırsak, o zaman ülkede reformlar kendiliğinden yapılır. Size kalsa, ayrılıkçı politikanızla ülkeyi yüzlerce parçaya bölersiniz. Bizim ülkemiz boş inançları olan insanlarla dolu ve siz, boş inançları olmayanlar, kendinizi onlardan üstün görüyor ve onlara tepeden bakıyorsunuz! Ama herkesten daha üstün olsak bile, kendimizi insanlarımızdan ayrı görmememiz gerekir! Biz birleşip bir bütün olacağız, hangi inançlarımızın kalacağına, hangilerinin yaşamımızdan çıkacağına ülkemiz ve ülkemizin Tanrı’sı karar verecek.”



Haran sert bir sesle: “Ülkede bu birleşmeyi olanaksızlaştıran çok fazla gelenek ve görenek var.” deyince Gora ona şöyle karşılık vermişti: “Birleşme için bize zarar veren gelenek ve görenekleri kökünden söküp atmak, okyanusu geçmek için kepçeyle suyunu boşaltmaya benzer. Gururu ve insanları küçümsemeyi bir tarafa bırakın. Alçak gönüllülükle bizden biri olun, o zaman sevginizle her şeyin üstesinden gelebilirsiniz. Her toplumun hataları ve zayıf noktaları vardır ama insanlar sevgi bağıyla birbirlerine bağlanırlarsa, hiçbir zehir onları etkileyemez. Kokuşma tehlikesi her zaman vardır ama siz yaşadığınız sürece buna engel olabilirsiniz; unutmayın, yalnızca ölüler kokuşur. Bilmeniz gereken bir şey var, bu etki ister sizden gelsin, ister yabancı misyonerlerden, biz dış kaynaklı reform girişimlerinden hiçbirini kabul etmeyeceğiz.”



Haran bunun nedenini öğrenmek isteyince Gora ona yanıt vermişti: “İyi bir nedenimiz var. Biz ailelerimiz tarafından cezalandırılmaya karşı değiliz. Ama polis devreye girdiğinde zorbalıkla bizi doğru yoldan tamamen saptırıyor. Eğer onlara boyun eğersek insanlıktan çıkarız. Reformlarınızı yapmadan önce bizi kardeşiniz olarak kabul ederseniz, buna bir diyeceğim yok ama bunu yapamazsanız, bize zarar vereceği için sizden gelecek iyi niyetli önerilere bile karşı çıkarız.”

 



Suçarita, Gora’nın söylediklerini kelime kelime anımsıyordu ve bunları düşündükçe kalbindeki sızı artıyordu. Sonunda uykusu geldi, yatağa dönüp elleriyle gözlerini kapattı ve bu düşünceleri zihninden uzaklaştırarak uyumaya çalıştı; ama kulaklarıyla yüzü yanıyordu ve kafası birbirlerine karşıt, çelişkili fikirlerle kaynıyordu.



12

Binoy, Pareş Babu’nun evinden çıktıktan sonra sokakta: “Gora!” dedi. “Biraz daha yavaş yürür müsün eski dostum? Bacakların benimkilerden daha uzun, biraz yavaşlamazsan sana yetişeceğim diye soluğum kesilecek.”



“Bu gece yalnız kalmak istiyorum.” dedi Gora sertçe. “Düşünmem gereken çok şey var.” Sonra aynı hızla yürüyerek oradan uzaklaştı.



Binoy’un kalbi kötü kırılmıştı. O gün ilk defa bir kuralı çiğnemiş ve ona karşı gelmişti. Gora bunun için ona bağırıp çağırsaydı içi rahatlayacaktı. Bu fırtına, bir ömür boyu süren dostluklarının üzerine çöken kara bulutları dağıtacak ve tekrar rahat soluk almasını sağlayacaktı.



Öfkeyle onu orada bırakıp gittiği için Gora’yı suçlamıyordu; ama uzun arkadaşlıkları boyunca aralarında hiç böyle ciddi bir anlaşmazlık olmamıştı. O kasvetli gecede, belli aralıklarla gürleyen karanlık yağmur bulutlarının altında yürüyen Binoy kalbinin sıkıştığını hissediyordu. Karanlıkta gözden yiten Gora kendi yolunda ilerlerken, yaşamının akışı bir anda yön değiştirmiş, onu bambaşka bir yola sokmuş gibiydi.



Ertesi sabah uyandığında düşünceleri berraklaşmıştı. Bir önceki gece kendine gereksiz yere işkence ettiğine ve Pareş Babu’ya duyduğu yakınlığın Gora ile arkadaşlığını zedelemeyeceğine karar verdi. Bu olayı büyütüp boşu boşuna kendini üzdüğünü düşününce yüzü gülmeye başladı.



Şalını

16

16


  Bengalliler evde altlarına dhuti, üstlerine de tunik giyerler; sokağa çıkarlarken bir atkı ya da şal alırlar.



 omzuna attı ve ağır ağır Gora’nın evine doğru yürüdü. Gora alt katta oturmuş gazete okuyordu. Pencereden Binoy’un geldiğini görmüştü ama o gün içinden arkadaşıyla selamlaşmak için gözlerini gazeteden ayırmak gelmedi. Binoy hiçbir şey söylemeden gazeteyi onun elinden aldı.



“Sanırım bir hata yaptın.” dedi Gora soğuk bir sesle. “Ben Gourmohan’ım, boş inançları olan bir Hindu’yum.”



“Belki de hata yapan sensindir.” diye karşılık verdi Binoy. “Ben Binoy Bhusan’ım, Gourmohan’ın boş inançları olan arkadaşıyım.”



“Gourmohan o kadar inatçı bir adamdır ki boş inançları için hiç kimseden özür dilemez.”



“Binoy da öyledir. Ama o boş inançlarını başkalarına zorla aşılamaya çalışmaz.”



İki arkadaş çok kısa bir süre içinde ateşli bir tartışmaya daldı ve Binoy’un Gora’yı ziyarete geldiği bütün komşuların kulağına gitti.



“O gün Pareş Babu’nun evine gittiğini benden saklamana ne gerek vardı?” diye sordu Gora sonunda.



“Ben hiç kimseden bir şey saklamadım.” dedi Binoy gülümseyerek. “Daha önce oraya hiç gitmedim. İlk defa dün o evin kapısından içeri girdim.”



“Gördüğüm kadarıyla, oraya giderken yolu bulmuşsun ama çıkarken bunu başarabildiğinden emin değilim!” dedi Gora alaycı bir sesle.



“Belki bulamamışımdır.” diye karşılık verdi Binoy. “Belki ben doğuştan böyleyimdir. Sevdiğim ve saydığım insanları kolay kolay bırakıp gidemiyorum. Sen bu huyumu iyi bilirsin.”



“Demek bundan sonra oraya tekrar gitmeyi düşünüyorsun?”



“Oraya giden tek insan ben olmayabilirim. İstersen sen de gidebilirsin; hiç kimse seni yerine çivilemedi ya!”



“Ben gitsem bile geri dönerim.” dedi Gora. “Ama gördüğüm kadarıyla, sen orada kalıcı olmak istiyordun. Çayını sevdin mi?”



“Biraz acıydı.”



“O hâlde neden içtin?”



“Onu geri çevirmek daha acı olurdu.”



“Dini korumak için kibarlık yeterli midir?”



“Her zaman değildir. Bana bak Gora, dinin kurallarıyla kalbinin sesi birbirine ters düşerse…”



Öfkelenen Gora, Binoy’un sözünü bitirmesini bekleyemedi. “Kalbinin sesi mi?” diye kükredi. “Sen dine o kadar az önem veriyorsun ki attığın her adımda duyguların kurallarla çatışıyor. Dine vurulan her darbenin ona ne kadar büyük bir zarar verdiğini görebilseydin, kalbinden ve duygularından söz etmekten utanırdın. Pareş Babu’nun kızlarının üzüldüğünü görmek senin kalbini kırıyor; oysa benim kalbim, senin sudan nedenlerle hiç düşünmeden bütün toplumu yaraladığını gördüğüm zaman kırılıyor!”



“Öyle mi Gora?” dedi Binoy iğneleyici bir sesle. “Eğer birinin bir fincan çay içmesi topluma vurulan bir darbe oluyorsa, böyle bir darbe toplumun yararına olacaktır. Ülkeyi bu tür şeylerden uzak tutarsak, onu zayıflatır ve güçsüz düşürürüz.”



“Sevgili dostum.” diye karşılık verdi Gora. “Ben bu basmakalıp sözleri iyi bilirim, onun için beni aptal yerine koyma. Bunlar içinde bulunduğumuz duruma çözüm getirmez. Hasta bir çocuk, ilacını içmeyi reddederse, ona her ikisinin de aynı durumda olduğunu göstermek için anne o ilaçtan içer. Böyle bir durumda, sevgi tıbbi tedaviden daha etkilidir. Anne çocuğa sevgiyle yaklaşmazsa, ne kadar mantıklı davranırsa davransın, onunla arasındaki ilişki zedelenir ve istenilen sonuç elde edilemez. Ben seninle bir fincan çay için tartışmıyorum, beni ülkenle arandaki bağlarını koparman üzüyor. Pareş Babu’nun kızlarını gücendirmek pahasına da olsa, o çayı içmemen gerekirdi! Ülkemizi bugünkü durumundan kurtarmak için tek bir vücut olarak birleşmek zorundayız. Bunu başarabilirsek, çay içip içmemek gibi konular sorun olmaktan çıkar.”



“Öyle görünüyor ki, ikinci fincan çayımı içmek için çok beklemem gerekecek.” dedi Binoy.



“Hayır, o kadar beklemene gerek yok.” diye karşılık verdi Gora. “Binoy, neden benim peşimi hiç bırakmıyorsun? Hindu dininde hoşuna gitmeyen diğer şeylerle birlikte beni de yaşamından çıkarmanın zamanı geldi artık. Bunu yapmazsan Pareş Babu’nun kızlarını çok üzersin!”



O sırada Abinaş içeri girdi. Gora’nın öğrencilerinden biriydi. Dar kafalı ve bayağı bir insandı. Gora’nın ağzından çıkan her bilgiyi çevresine çarpıtarak aktarırdı. Gora’yı anlayamayanlar, Abinaş’ı çok iyi anladıklarını düşünür ve onu överlerdi. Binoy’u çok kıskanan Abinaş, her fırsatta saçma sapan bir görüş ortaya atar ve onunla boy ölçüşmeye kalkışırdı. Binoy onun aptallığına dayanamaz ve sözü kısa kesmeye çalışırdı; onlar tartışırlarken, Gora savaş alanına dalar ve tartışmayı istediği doğrultuda yönlendirirdi. Abinaş da onun kendi görüşlerini savunduğunu ileri sürer ve bununla övünürdü.



Abinaş’ın gelmesiyle birlikte, Gora ile uzlaşmaya varma şansını tamamen yitirdiğini bilen Binoy yukarıya çıktı ve kilerin önünde sebze doğrayan Anandamoyi’nin yanına gitti.



“Bir süredir senin sesini duyuyorum.” dedi Anandamoyi. “Neden bu kadar erken geldin? Evden çıkmadan kahvaltı ettin mi?”



Başka zaman olsaydı ona, “Hayır, etmedim.” derdi ve Anandamoyi’nin ona sunduğu güzel yiyeceklerin keyfini çıkarırdı ama o gün kadına: “Teşekkür ederim anne.” dedi. “Ben kahvaltımı yapıp geldim.”



O gün Gora’ya onu daha fazla aşağılaması için fırsat vermek istemiyordu. Henüz tam olarak bağışlanmadığını biliyordu ve arkadaşının soğuk davranışı canını sıkıyordu.



Anandamoyi’nin yanına oturdu ve cebinden çıkardığı çakıyla patates soymaya başladı. Yaklaşık on beş dakika sonra tekrar aşağıya indiğinde Gora ile Abinaş’ın orada olmadığını gördü. Bir süre sessizce Gora’nın odasında oturdu; sonra gazeteyi eline aldı ve ilgisizce ilanlara göz attı. Sonunda sıkıntıyla iç çekti ve dışarı çıktı.



Öğle yemeğini yedikten sonra yine Gora’yı görmek istedi. O güne kadar arkadaşına hep saygılı davranmıştı, şimdi gururunu ayaklar altına alması gerekse bile, dostluklarının hatırına aradaki kırgınlığı gidermek zorundaydı. Pareş Babu’ya gösterdiği yakınlıktan sonra Gora’ya duyduğu bağlılığın sarsıldığını biliyordu. Bunun için azarlanmaya ve hor görülmeye hazırdı ama Gora’nın ceza olarak onu yaşamından çıkaracağı aklının ucundan bile geçmemişti. Evinden çıkan Binoy, biraz yürüdükten sonra geri döndü; Gora’nın aşağılayıcı sözleriyle arkadaşlıklarının bir yara daha almasını istemediği için bir kez daha onun evine gitmeye cesaret edememişti.



13

Böylece birkaç gün geçti, Gora’ya mektup yazmaya karar veren Binoy, bir gün öğle yemeğinden sonra eline kalemini aldı ve masasının başına oturdu. Düşüncelerini kâğıda aktaramamasının nedenini ucu körelen kalemde aradığı için yazmaya ara verdi ve bir bıçakla onu özene bezene yontmaya başladı. Bu işle uğraşırken, aşağıdan birinin ona seslendiğini duydu. Kalemi masanın üzerine fırlattıktan sonra: “Yukarı gelin Mohim dada!” diye bağırdı ve koşarak aşağıya indi.



Mohim yukarıya çıktı ve Binoy’un yatağına rahatça kuruldu. Odadaki eşyaları dikkatle inceledikten sonra: “Bana bak Binoy.” dedi. “Senin adresini biliyorum. Nasıl olduğunu da merak ediyorum ama sen de yaşıtların gibi odanda ne tembul ne de tütün bulunduruyorsun. Yine de bana sunacak özel bir şeyin varsa…” Binoy’un telaşlandığını görünce biraz duraksadı, sonra sözünü sürdürdü: “Kafandan, dışarı çıkıp bir nargile almak geçiyorsa, lütfen benim için bunu yap. Bana tütün ikram etmediğin için seni bağışlayabilirim ama beni acemi bir delikanlının eliyle hazırlanmış yeni bir nargileden yoksun bırakmana dayanamam.” Mohim yanında duran yelpazeyi alıp bir süre yelpazelendikten sonra ziyaretinin nedenini söyledi: “Pazar günü öğle uykumdan fedakârlık yaparak sana gelmemin bir nedeni var. Benim için bir şey yapmanı istiyorum.”



“Ne yapmamı istiyorsunuz?”



“Önce bana bunu yapacağına söz ver.”



“Yapabileceğim bir şeyse, tabii ki yaparım…”



“Bunu yalnızca sen yapabilirsin. Bana evet demelisin.”



“Neden böyle çekingen davranıyorsunuz?” diye sordu Binoy. “Biliyorsunuz, ben artık aileden sayılırım. Yardıma gereksiniminiz varsa, sizin için elimden geleni yaparım.”



Mohim cebinden çıkardığı tembul yapraklarının bir kısmını Binoy’a ikram ettikten sonra kalanını ağzına atıp çiğnemeye başladı ve şöyle söyledi: “Kızım Sasi’yi tanıyorsun. Neyse ki babasına çekmemiş, çirkin bir kız değildir. Yıllar çabuk geçiyor, artık büyüdü ve evlenme çağına geldi. Beş para etmez bir adamın eline düşecek diye o kadar çok korkuyorum ki, geceleri gözüme uyku girmiyor.”



“Gereksiz yere endişeleniyorsunuz.” dedi Binoy onu avutmaya çalışarak. “Onu evlendirmek için önünüzde daha çok zaman var.”



“Eğer bir kızın olsaydı, beni daha iyi anlardın.” diye karşılık verdi Mohim iç çekerek. “Yıllar geçti ve kızım büyüdü ama hâlâ karşısına iyi bir damat adayı çıkmadı. Zamanın böyle hızlı geçmesi beni çok kaygılandırıyor. Ama sen bana umut verirsen, gönül rahatlığıyla bir süre daha bekleyebilirim.”



Binoy’un kafası karışmıştı. “Korkarım ona göre birini tanımıyorum.” diye mırıldandı. “Aslına bakarsanız, Kalküta’da sizin ailenizin üyelerinin dışında neredeyse hiç kimseyi tanımıyorum ama birini bulmaya çalışırım.”



“Sasi’yi iyi tanırsın, onun nasıl bir kız olduğunu bilirsin.” dedi Mo-him.



“Tabii ki bilirim!” diyerek güldü Binoy. “Ben onu bebekliğinden beri tanıyorum, çok iyi bir kızdır.”



“O hâlde damat adayını uzakta aramana gerek yok oğlum. Onu sana veriyorum.” Bunu söyleyen Mohim’in yüzü zaferle aydınlandı.



“Ne!” diye bir çığlık attı Binoy, paniğe kapılmıştı.



“Bir gaf yaptıysam beni bağışla.” dedi Mohim. “Senin ailenin bizimkinden daha üstün olduğunu biliyorum. Ama sen çağdaş eğitim almış bir delikanlısın, böyle şeylere fazla önem vermezsin.”



“Hayır, hayır!” diye haykırdı Binoy. “Bunun ailelerimizle ilgisi yok ama o daha çok küçük…”



“Ne demek istiyorsun?” diye çıkıştı Mohim. “Sasi yeterince büyüktür! Hindu ailelerinin kızları mem-sahip

17

17


  Mem-sahip: Sahibin karısı ya da güçlü bir kadın.



 değildir, hiçbir zaman geleneklere karşı gelmezler.”



Mohim kurbanlarının peşini kolay kolay bırakan tipte bir insan değildi. Onun ağına düşen Binoy ne yapacağını bilmiyordu. Sonunda: “Bunu biraz düşünelim.” diyerek kendini kurtarmaya çalıştı.



“İstediğin kadar düşünebilirsin. Merak etme, senden hemen düğün tarihini saptamanı istemeyeceğim.”



“Bunu aileme danışmak zorundayım…” diye kekeledi Binoy.



“Elbette.” diye onun sözünü kesti Mohim. “Onların onayını alman gerekir. Amcan hayatta olduğu sürece onun isteklerine ters düşecek bir şey yapamayız.” Cebinden biraz daha tembul aldı ve gitti, bu işin sonuca bağlandığını düşündüğü belli oluyordu.



Bir süre önce, Anandamoyi de Binoy’a, isterse Sasi ile evlenebileceğini söylemişti ama birbirlerine uygun olmadıklarını düşünen Binoy bunu kulak ardı etmişti. Hâlâ aynı fikirdeydi ancak şimdi bu öneriyi mantıklı bulmaya başlamıştı. Kızla evlenirse Gora’nın ailesine girecekti ve onlar onu kolay kolay yaşamlarından çıkaramayacaklardı. Binoy İngilizlerin evliliği bir sevgi bağı olarak görmesini eskiden beri yadırgardı, onun için Sasi ile evlenme düşüncesi ona çok aykırı gelmiyordu. Tam tersine, bundan büyük bir mutluluk duymuştu çünkü Mohim’in önerisi, Gora’ya akıl danışması için iyi bir fırsat olacaktı.

 



Bu öneriyi kabul etmesi için arkadaşının ona baskı yapmasını ümit ediyordu. Gora aracılık yapmak istemese bile, Mohim er geç onu araya sokardı.



Bu düşünce Binoy’un içindeki sıkıntıyı hafifletti ve bir an önce Gora’yı bulmak için evden çıktı. Biraz yürüdükten sonra Satiş’in ona seslendiğini duydu. Birlikte eve dönerlerken, cebinden mendile sarılı bir şey çıkaran oğlan: “Bilin bakalım, bunun içinde ne var?” dedi.



Binoy kuru kafadan köpek yavrusuna kadar olmayacak bir sürü şey saydı ama her defasında oğlandan olumsuz karşılık aldı.



Satiş sonunda mendili açtı, içinde rengi siyaha çalan meyveler vardı. Binoy’a sordu: “Bana bunların ne olduğunu söyleyebilir misiniz?”



Binoy fazla düşünmeden birkaç meyve adı söyledikten sonra yenilgiyi kabul etti. Satiş meyvelerin Rangoon’da yaşayan halasından geldiğini ve annesinin tatması için birkaçını ona gönderdiğini söyledi.



O günlerde, Kalküta’da Birmanya mangustanı fazla bulunmuyordu. Binoy onları eline aldı; önce salladı, sonra sıktı ve en sonunda oğlana sordu: “Haydi, söyle artık Satiş Babu, bu meyve nasıl yenir?”



Onun bilgisizliğine gülen Satiş: “Kabuğunu görüyor musunuz? Bunu ısıramazsınız, meyveyi bıçakla kesmeniz ve içini yemeniz gerekir.”



Kısa bir süre önce, Satiş meyvelerden birini ısırmak için başarısız birkaç girişimde bulunmuş ve ailesini çok güldürmüştü. Şimdi Binoy’a gülerek kendi düştüğü komik durumu unutmaya çalışıyordu.



Aralarındaki yaş farkına karşın iyi arkadaş olmuşlardı, biraz şakalaştıktan sonra Satiş: “Binoy Babu.” dedi. “Başka bir işiniz yoksa annem bize gelmenizi istiyor. Bugün Lila’nın doğum günü.”



“Üzgünüm, bugün gelemem.” dedi Binoy. “Başka bir yere gidiyorum.”



“Nereye gidiyorsunuz?”



“Bir arkadaşımın evine.”



“Benim gördüğüm arkadaşınıza mı?”



“Evet.”



Satiş onun kendi evlerine gelmeyip başka bir arkadaşına, hem de varlığına dayanamadığı birine gitmek istemesini kabullenemedi. Binoy’un, öğretmeninden bile daha ciddi görünen ve herkesin hayranlığını kazanan bir müzik kutusunun değerini bilmeyen bir adamda ne bulduğunu anlamıyordu. Israrla: “Hayır Binoy Babu.” dedi. “Benimle gelmek zorundasınız.”



Binoy’un teslim bayrağını çekmesi fazla uzun sürmedi. Duygularındaki çatışmaya ve mantığının itirazına karşın, tutsak alındı ve oğlanın elini tutarak 78 numaraya doğru yürümeye başladı. Birmanya’dan gelen değerli meyveleri onunla paylaşmaları ve böyle özel bir günde onu aralarında görmek istemeleri onu çok mutlu etmişti.



Pareş Babu’nun evine yaklaştığında, Lila’nın doğum gününü kutlamaya gelen tanımadığı birkaç kişiyle birlikte evden çıkan Haran’ı gördü. Haran Babu onu görmezlikten geldi ve yanından geçip gitti.



Binoy içeri girerken koşuşturan insanların ayak sesleriyle kahkahalar duydu. Sudhir, Labonya’nın albümünü sakladığı çekmecenin anahtarını çalmıştı. Edebiyat dünyasının ünlü adlarından biri olmak isteyen genç kızın albümünde onu herkesin diline düşürecek birkaç şiir vardı ve Sudhir kızı, bu şiirleri konukların önünde okumakla tehdit ediyordu. Binoy savaş alanına geldiğinde iki taraf arasındaki çatışma en ateşli noktasındaydı. Labonya ile yandaşları onu görür görmez bir anda ortadan kayboldular, eğlenceyi kaçırmak istemeyen Satiş de arkalarından koştu. Sonra Suçarita içeri girdi. “Annem biraz beklemenizi istiyor, az sonra burada olacak.” dedi. “Babam, Anat Babu’yu çağırmaya gitti, o da birazdan döner.”



Binoy’u biraz olsun rahatlatmak için Gora’dan söz etmeye başladı. “Herhâlde bir daha bize gelmez!” dedi gülerek.



“Neden böyle düşünüyorsunuz?” diye sordu Binoy.



“Bu evde kızların erkek içine çıktığını görünce dehşete kapıldı.” diye karşılık verdi Suçarita. “Onun, kendilerini evlerine adayan kadınların dışında hiçbir kadına saygı duymadığından eminim.”



Binoy bu görüşe karşı söyleyecek bir şey bulmakta zorlandı. Kızın söylediğini yalanlamak isterdi ama doğru olan bir şeyi nasıl yalanlayabilirdi? Yalnızca şunu söyleyebildi: “Sanırım Gora, kendilerini tamamen ev işlerine vermeyen kızların ailelerine karşı görevlerini eksiksiz bir biçimde yerine getiremediklerini düşünüyor.”



“Öyleyse kadınlarla erkeklerin görevlerinin tamamen birbirinden ayrılması daha doğru olmaz mı?” diye sordu Suçarita. “Erkeğin eve girmesine izin verilirse, dış dünyayla arasındaki bağ zayıflayabilir! Siz de arkadaşınızla aynı görüşte misiniz?”



Binoy o ana kadar kadınların toplum içindeki yerlerini belirleyen kurallar konusunda Gora ile aynı görüşteydi. Gazeteler için bu konuyla ilgili yazılar bile yazmıştı. Ama şimdi bu görüşü savunamazdı. “Görmüyor musunuz?” dedi. “Bu konularda hepimiz geleneklerin tutsağıyız. Her şeyden önce, kadını evinin dışında görmekten büyük bir rahatsızlık duyuyoruz çünkü buna alışkın değiliz. Sonra da kendimizi haklı çıkarmak için bunun ahlak kurallarına aykırı, uygunsuz bir şey olduğunu söylüyoruz. Her şeyin temelinde gelenekler vardır, savunulan düşünceler yalnızca bahanedir.”



Suçarita soruları ve görüşleriyle her fırsatta sözü Gora’ya getirdi ve Binoy, arkadaşının hakkında söyleyebileceği her şeyi içtenlikle ona söyledi. Daha önce hiç bu kadar inandırıcı bir konuşma yapmamıştı. Gora bile kendi ilkelerini böyle açık ve anlaşılır bir biçimde aktar

Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»