Бесплатно

Ejderhaların Yükselişi

Текст
Из серии: Krallar ve Büyücüler #1
0
Отзывы
iOSAndroidWindows Phone
Куда отправить ссылку на приложение?
Не закрывайте это окно, пока не введёте код в мобильном устройстве
ПовторитьСсылка отправлена
Отметить прочитанной
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

BÖLÜM BEŞ

Kyra kalabalık köprünün ortasında durdu. Tüm gözlerin ona baktığını ve yabandomuzu hakkında vereceği kararı beklediğini hissediyordu. Yanakları kızardı. İlgi odağı olmayı istememişti. Babasının onu bu şekilde onurlandırması yüzünden onu daha fazla seviyordu artık, hatta içinde çok büyük bir gurur hissetti, özellikle de bu kararı onun inisiyatifine bırakmış olması nedeniyle.

Fakat aynı zamanda çok büyük bir de sorumluluk hissediyordu. Her ne karar verirse tüm halkının kaderini etkileyeceğini biliyordu. Pandesialılar’dan ne kadar nefret etse de halkını, kazanamayacakları bir savaşın içine sürüklemek de istemiyordu. Fakat bir yandan da geri adım atmak, Lordun Adamlarını cesaretlendirmek, halkını küçük düşürmek ve zayıf göstermek istemiyordu, özellikle de Anvin ve diğerlerinin gözü pek karşı koyuşlarından sonra.

Babasının bu kararı kendisine bırakmakla ne kadar bilgece davrandığını fark etti. Kararın Lordun Adamlarına değil, halkına ait görünmesini sağlamış ve yalnızca tek bir hareketle halkının itibarını korumuştu. Ayrıca babasının bu kararı kendisine bir sebeple verdiğini fark etti: Bu durumun, her iki tarafın da itibarını koruması için dışarıdan bir fikri gerektirdiğini biliyor olmalıydı ve babası onu seçmişti. Çünkü buna kendisi uygundu, babası onun aceleci olmadığını ve yatıştırıcılığın sesi olabileceğini biliyordu. Konu üzerine daha fazla düşündükçe babasının neden onu seçtiğini daha iyi anladı; bir savaşı kışkırtmak istemiyordu. Bu karar için Anvin’i de seçebilirdi ama halkını bir savaştan uzak tutmak istemişti.

Sonunda bir karara vardı.

“Bu yaratık lanetli,” dedi küçümseyerek. “Erkek kardeşlerimi öldürecekti. Dikenli Orman’dan geldi ve Kış Ayı arifesinde öldürüldü, avlanmanın yasak olduğu günde. Onu kapımıza kadar getirmek bir hataydı, vahşi doğada, ait olduğu yerde çürümeye bırakılmış olması gerekirdi.”

Alaycı bir şekilde Lordun Adamlarına döndü.

“Onu Lord Valinize götürün,” dedi gülümseyerek. “Bize iyilik yapmış olursunuz.”

Lordun Adamları bakışlarını ondan yaratığa çevirdiler ve yüz ifadeleri bir anda değişti. Sanki çürük bir şey ısırmış gibi, artık onu istemiyormuş gibi bir halleri vardı.

Kyra Anvin ve diğerlerinin onaylar şekilde ve minnetle ona baktığını gördü, en önemlisi de babası da aynı şekilde bakıyordu. Başarmıştı. Halkının itibarını korumuş, onları savaşa girmekten korumuş ve aynı zamanda Pandesia ile alay etmeyi de başarmıştı.

Ağabeyleri yabandomuzunu yere bıraktı ve hayvan gümbürtüyle karların üzerine düştü. Mütevazı bir şekilde geri çekildiler. Omuzlarının acıdığı çok belli oluyordu.

Şimdi tüm gözler, orada öylece, ne yapacağını bilemeden duran, Lordun Adamlarına dönmüştü. Kyra’nın sözleri onları derinden etkilemişti. Artık yaratığa sanki dünyanın bağırsaklarından çekilip alınmış iğrenç bir şeymiş gibi bakıyorlardı. Onu artık istemedikleri çok belliydi. Yaratık artık onların olsa da ona karşı isteklerini kaybetmiş gibi görünüyorlardı.

Uzun ve gergin bir sessizliğin ardından komutanları adamlarına yaratığı almalarını işaret etti ve sonra kaşları çatık şekilde arkasını dönüp oradan uzaklaşmaya başladı; kurnazlıkla yenildiğini düşünüyormuş gibi, açıkça rahatsız bir hali vardı.

Kalabalık dağılmaya başladı, gerilim azaldı ve ortama bir rahatlık hissi hâkim oldu. Babasının birçok adamı onaylayan tavırlarla ona yaklaşıp omzuna ellerini koyuyordu.

“İyi işti,” dedi Anvin, onaylar bir tavırla ona bakıyordu. “Bir gün iyi bir yönetici olacaksın.”

Köy halkı kendi işlerine döndü, koşuşturma hali geri geldi, gerilim dağıldı ve Kyra dönüp babasının gözlerini aradı. Babası birkaç adım ötede duruyor ve ona bakıyordu. Konu kendisi olunca, adamlarının önünde her zaman kapalı kutu halinde olan babası bu kez de farklı değildi; yüzünde ilgilenmez görünen bir ifade vardı fakat kafasını çok hafif bir şekilde salladı. Kyra bunun, onaylamaya dair bir jest olduğunu biliyordu.

Kyra dönüp Anvin ve Vidar’ın mızraklarını kuşandıklarını gördü ve kalp atışları hızlandı.

“Size katılabilir miyim?” diye sordu Anvin’e, babasının diğer adamları gibi onların da eğitim alanına gittiğini biliyordu.

Anvin gergin bir şekilde babasına baktı; onay vermeyebileceğini biliyordu.

“Kar yağışı artıyor,” diye cevapladı Anvin sonunda, tereddütle. “Ayrıca gece de çökmek üzere.”

“Ama bu size durdurmuyor,” diye karşılık verdi Kyra.

Anvin gülümsedi.

“Haklısın, durdurmuyor,” diye itiraf etti.

Babasına tekrar bir bakış attı. Kyra da dönüp babasına baktı ve dönüp içeri girmeden önce kafasını salladığını gördü.

Anvin içini çekti.

“Büyük bir ziyafet hazırlıyorlar,” dedi. “Sen de katılsan daha iyi olur.”

Kyra kokuyu alabiliyordu. Kızartılmakta olan lezzetli etlerin kokusu her yanı sarmıştı ve ağabeylerinin, festival için acele içinde koşturan düzinelerce köylüyle birlikte dönüp içeri girdiklerini gördü.

Fakat Kyra dönüp özlemle Alana baktı, eğitim alanına.

“Yemek bekleyebilir,” dedi. “Eğitim beklemez. Gelmeme izin verin.”

Vidar gülümsedi ve kafasını salladı.

“Bir kız olduğunu ve savaşçı olmadığını biliyorsun değil mi?” diye sordu Vidar.

“İkisi birden olamaz mıyım?” diye yanıtladı.

Anvin uzunca iç geçirdi ve sonunda kafasını salladı.

“Baban derimi yüzer,” dedi.

Fakat sonra kafasını eğdi.

“Hayır’ı cevap olarak Kabul etmeyeceksin,” dedi “ve adamlarımın yarısından fazlasından daha yüreklisin. Bir kişi daha işimize yarar sanırım.”

*

Kyra karlı alanda koşarak ve her zamanki gibi yanında Leo’yla birlikte, Anvin, Vidar ve babasının birkaç adamını takip etti. Kar yağışı artıyordu ama umurunda değildi. Savaşçıların Geçidinin, eğitim alanının alçak taş duvarlarını kesen, alçak, kemerli geçidin önünden her geçişinde olduğu gibi yine içinde bir özgürlük duygusu ve neşe hissetti. Gökyüzü açılırken derin bir nefes aldı ve dünyadaki her yerden çok sevdiği alana koştu. Alçaklı yüksekli yeşil bayırları şimdi karla kaplıydı. Düzensiz taş duvarlar, belki de beş yüz metre uzunluk ve genişliğindeki bu alanın her tarafını çeviriyordu. Adamları eğitim yapar, atlarıyla çapraz koşular yapar, mızraklarını kullanır, uzak hedeflere nişan alır kendilerini daha iyi hale getirirlerken görünce her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu hissetti. Onun için bu hayatın amacıydı.

Eğitim alanı yalnızca babasının adamlarına ayrılmıştı. Kadınlar, on sekiz yaşına gelmemiş ve davet edilmemiş erkekler giriş yapamazdı. Brandon ve Braxton her gün sabırsızlıkla davet edilmeyi bekliyordu; fakat Kyra hiçbir zaman davet edilmeyeceklerini düşünüyordu. Savaşçıların Geçidi onurlu ve savaşla sıkılaşmış savaşçılar içindi, ağabeyleri gibi palavracılar için değil.

Kyra dünyadaki herhangi bir yerde olabileceğinden daha mutlu ve daha canlı hissederek alanda koştu. Enerji son derece yoğundu ve her biri ufak tefek farklılıkları olan zırhlar kuşanmış, Escalon’un dört bir yanından gelmiş, zaman içinde babasının kalesinde toplanmış, babasının en iyi savaşçılarıyla doluydu. Bu savaşçılar, güneyden, Thebus ve Leptis’ten, Orta Diyarlardan, daha çok başkent Andros’tan ve ayrıca Kos dağlarından, batıdan Ur’dan savaşçılar, Thusis’ten nehir adamları ve komşuları Esephus’tan savaşçılardı. Bu savaşçılar Ire Gölünün çevresinde yaşamış ve Everfall şelaleleri kadar uzaktan gelmiş savaşçılardı. Hepsi farklı renkler giyiyor, zırh kullanıyor, farklı silahlar tercih ediyordu. Hepsi Escalon’un adamıydı ama halen kendi kalelerini de temsil ediyorlardı. Hepsi de gücün baş döndürücü bir düzeniydi.

Babası, eski kralın bir numaralı savaşçısı, büyük bir saygınlıkla komutanlık etmiş bir adam, bu zamanlarda, bu parçalanmış krallıkta, etrafında toplanılabilecek tek adamdı. Aslında, eski kral savaşmadan krallığı teslim ettiğinde, insanların, tahta geçmesi ve savaşı yönetmesi için ısrar ettiği kişi babasıydı. Zamanla, eski kralın en iyi savaşçıları onu arayıp bulmuştu ve her geçen gün artan gücüyle Volis, başkentle yarışacak bir güce ulaşmıştı. Büyük ihtimalle bu sebepten Lordun Adamları onları aşağılamak istemişti.

Escalon’un başka hiçbir yerinde Pandesia’nın Lord Valileri şövalyelerin bu şekilde bir araya gelmelerine, bu tarz özgürlüklere, bir başkaldırıdan korktukları için izin vermiyorlardı. Fakat burada, Volis’te durum farklıydı. Burada başka seçenekleri yoktu. Burada, Ateş Duvarlarını korumak için olası en iyi adamlara ihtiyaçları olduğu için izin vermek zorundaydılar.

Kyra dönüp dışarı, duvarların ötesine, alçalıp yükselen beyaz tepelerin ötesine, uzakta, ufka baktı ve yağan kara rağmen Ateş Duvarlarının belli belirsiz seçilebilen sönük ışığını gördü. Ateş Duvarları, Escalon’un doğu sınırını koruyan ateşten bir duvardı. Bu duvar on beş metre derinliğinde ve otuz metreden fazla yükseklikte, her zaman parlak şekilde yanan ve geceyi aydınlatan, dış çizgisi ufukta görülebilen ve gece çöktüğünde daha çok belirginleşen bir duvardı. Neredeyse seksen kilometre boyunca uzanan Ateş Duvarları, doğudaki vahşi trollerle Escalon arasında duran tek şeydi.

Buna rağmen her yıl yeteri kadar trol duvarı aşıp kargaşaya sebep oluyordu ve eğer Koruyucular, Ateş Duvarlarını koruyan, babasının adamları olmasa, Escalon trollerin kölesi bir ülke haline gelirdi. Sudan korkan troller Escalon’a sadece karadan saldırabilirdi ve Ateş Duvarları onları körfezde tutuyordu. Koruyucular vardiyalar halinde nöbet tutuyor, yer değiştirerek devriye geziyordu ve Pandesia’nın onlara ihtiyacı vardı. Ateş Duvarlarında yerleşik olan başkaları, askere alınanlar, köleler ve suçlular da, vardı ama yalnızca babasının adamları, Koruyucular, aralarındaki asker olan tek gruptu ve Ateş Duvarlarının nasıl korunacağını bilen de yalnızca onlardı.

Karşılığında Pandesia Volis ve onun insanlarına bazı küçük özgürlükle sunmuştu; Volis’teki bu eğitim alanları, gerçek silahlar; her ne kadar bir yanılsama da olsa adamların kendilerini hala özgür savaşçılar gibi hissetmesini sağlayan küçük özgürlükler. Hiçbiri özgür değildi ve hepsi de bunu biliyordu. Özgürlükle esaret arasında çok garip bir dengede yaşıyorlardı; kimsenin tahammül edemeyeceği bir hayat.

 

Fakat burada, hiç olmazsa Savaşçıların Geçidinde bir zamanlar oldukları gibi özgürler, birbirleriyle yarışabilecek, kendilerini eğitebilecek ve yeteneklerini keskinleştirebilecek savaşçılardı. Escalon’unun en iyilerini temsil ediyorlardı. Pandesia’nın sunabileceği herhangi bir savaşçıdan daha iyi savaşçılardı. Tamamı Ateş Duvarlarının kıdemli askerleriydi ve orada, bir günlük sürüş mesafesi kadar uzakta vardiyalar halinde hizmet veriyorlardı. Kyra onların saflarına katılmayı, kendini ispatlamayı, Ateş Duvarlarında mevzilenmeyi, gerçek troller duvarı geçmeye kalktığında onlara karşı savaşmayı ve krallığı istiladan korumayı her şeyden çok istedi.

Fakat biliyordu ki buna asla izin verilmeyecekti. Seçilmek için çok gençti ve o bir kızdı. Saflarda başka kız yoktu ve olsa bile babası buna asla izin vermezdi. Ayrıca babasının adamları da yıllar önce o ziyaret etmeye başladığında onu bir çocuk olarak görüyorlardı ve onun varlığından rahatsız oluyorlardı. Fakat adamlar gittikten sonra, o geride, tek başına kalıyor, boş alanda gece gündüz çalışıyor, silahlarını ve hedeflerini kullanıyordu. Adamlar eğitim alanına geldikleri bir gün ilk defa hedeflerinde ok izleri gördüklerinde şaşırmışlar, izlerin tam merkezde olduğunu görünce daha da çok şaşırmışlardı. Fakat zamanla buna alışmışlardı.

Kyra saygılarını kazanmaya başlamıştı ve özellikle bazı nadir olaylarda aralarına katılmasına izin verilir olmuştu. Artık, iki yıldan sonra, onun birçoğundan daha iyi atış yapabileceğini biliyorlardı ve ona karşı toleransları başka bir şeye dönüşmüştü, ona saygı duymaya. Elbette, diğer adamların yaptığı gibi bir savaşta henüz yer almamış, henüz kimseyi öldürmemiş veya Ateş Duvarlarında nöbet tutmamış ve bir savaşta bir trole karşılaşmamıştı. Bir kılıç, bir savaş baltası veya bir baltalı kargı savuramaz veya bu adamların güreştiği gibi güreşemezdi. Onların sahip olduğu fiziksel güce sahip değildi ve bundan pişman olduğu çok açıktı.

Fakat Kyra iki silaha karşı doğal yeteneği olduğunu öğrenmişti ve boyutuna ve cinsiyetine karşın bu iki silah onu zorlu bir rakip haline getirmişti: yayı ve asası. Birincisini çok doğal bir şekilde kazanmıştı ama ikincisini ise, aylar önce, iki elli kılıcı kaldıramadığında, tesadüfen bulmuştu. O zaman adamlar, bir kılıcı kaldıramayışına gülmüşler ve bir aşağılama olarak ona, içlerinden biri alaycı bir şekilde bir asa atmıştı.

“Bak bakalım, belki bu çubuğu kaldırabilirsin!” diye bağırmıştı ve diğerleri gülmüştü. Kyra o zaman yaşadığı utancı hiçbir zaman unutmamıştı.

İlk zamanlar babasının adamları asasına bir şaka gözüyle bakmışlardı. Ne de olsa bu adamlar bir asayı çok nadir olarak eğitim silahı olarak kullanan, iki elli kılıçlar, baltalar ve baltalı kargılar taşıyan ve bir ağacı tek bir vuruşla kesebilecek adamlardı. Ağaçtan sopasına bir oyuncak gözüyle bakmışlardı ve bu ona sahip olduğundan da az saygı getirmişti.

Fakat kız bir şakayı hiç beklenmedik bir intikam silahına dönüştürmüştü, korkulacak bir silah. Artık babasının birçok adamının bile kendini savunamadığı bir silah. Kyra asanın hafifliğine şaşırmış, fakat onunla doğal uyumuna, askerler daha kılıçlarını çekerken yapabildiği çok hızlı vuruşlara ise daha fazla şaşırmıştı. Asasıyla birden fazla adamı yara bere içinde bırakmış, her seferinde bir vuruşla saygınlığa giden yolunu açmıştı.

Kyra, gecelerce yaptığı tek başına çalışmalar ve eğitimle, adamları büyüleyen hareketlerde ustalaşmıştı, hiçbir adamın tam olarak ne yaptığını anlayamadığı hareketler. Asasına karşı bir ilgi doğmuştu ve o da onlara öğretmişti. Kyra’ya göre yayı ve asası birbirini tamamlıyordu, ikisi de eşit öneme sahipti. Yayına uzun menzilli çatışmalarda ihtiyacı vardı ve asasına da yakın dövüşlerde..

Kyra ayrıca bu adamların sahip olmadığı doğuştan gelen bir yeteneği olduğunu keşfetti; inanılmaz atikti. Yavaş yüzen köpekbalıklarının arasındaki golyan balığı gibiydi. Bu adamlar ne kadar güçlü de olsa, Kyra onların etrafında dans edebilir, havaya sıçrayabilir ve hatta üzerlerinden atlayarak, ayaklarının üzerine, mükemmel bir pozisyonda iniş yapabilirdi. Atikliğiyle asa kullanım şekli birleştiğinde onu ölümcül bir silah haline getirmişti.

O burada ne yapıyor?” dedi sevimsiz bir ses.

Kyra, Anvin ve Vidar’ın yanında, eğitim alanının kenarında duruyordu. Yaklaşan at seslerini duydu ve at sürerek gelmekte olan Maltren’i gördü. Bir grup arkadaşıyla birlikte, hala elinde kılıç, sert şekilde nefes alıp veriyor, alandan yeni dönüyordu. Kıza hor görerek baktı ve kızın karnı burkuldu. Babasının tüm adamları içinde onu sevmeyen tek kişi Maltren’di. Onu ilk gördüğü günden beri bir sebepten ondan nefret ediyordu..

Maltren atının üstünde oturuyordu ve öfkeliydi; düz burnu, çirkin yüzüyle nefret etmeye âşık bir adamdı ve Kyra’da bir hedef görmüş gibiydi. Onun eğitim alanında olmasına her zaman karşı çıkardı, büyük ihtimalle de kız olduğu için.

“Babanın kalesine dönmelisin kızım,” dedi, “diğer cahil genç kızlarla birlikte ziyafete hazırlanıyor olmalısın.”

Kyra’nın yanında durmakta olan Leo Maltren’e hırladı ve Kyra hayvanın başına, teskin edici şekilde elini koyup, geride kalmasını sağladı.

“Ve neden alanımızda bir kurt var?” diye ekledi Maltren.

Anvin ve Vidar Kyra’nın tarafını tutarak Maltren’e soğuk ve sert bir şekilde baktı. Kyra arkasında bir koruma olduğunu ve alanı terk etmeye zorlanamayacağını bilerek yerini korudu ve gülümsedi.

“Belki de sen eğitim alanına ger dönmelisin,” diye karşılık verdi, sesi alaycıydı “ve kafanı cahil genç bir kızın gelip gitmesine yormamalısın.”

Maltren kızardı. Cevap veremiyordu. Arkasını döndü, öfkeyle gitmeye hazırlanıyordu fakat son bir iğneleyici söz etmeden gitmedi.

“Bugün mızrak günü,” dedi. “Gerçek erkekler gerçek silahları fırlatırken ayak altında dolanmasan iyi olur.”

Arkasını dönüp diğerleriyle birlikte uzaklaştı. Kızın orada bulunmaktan aldığı keyif onun varlığıyla bozulmuştu.

Anvin kıza teskin edici şekilde baktı ve bir elini omzuna koydu.

“Bir savaşçının ilk dersi,” dedi, “ondan nefret edenlerle yaşamaya alışmaktır. Sev ya da sevme, bir gün kendini onlarla yan yana savaşırken bulursun, hayatlarınız birbirinizinkine bağlıdır. Çoğunlukla en kötü düşmanın dışarıdan değil, içeriden gelir.”

“Ve her kim savaşma kabiliyetine sahip değilse, ağzı daha çok çalışır,” diye bir ses duyuldu.

Kyra döndü ve gülümseyerek yaklaşan ve her zaman olduğu gibi onun tarafını tutan Arthfael’i gördü. Anvin ve Vidar gibi Arthfael de sert, dazlak kafalı, uzun, sert siyah sakallı ve kız için her zaman yumuşak bir noktası olan, uzun boylu, amansız bir savaşçıydı. En iyi kılıç kullananlardan biriydi. Çok nadir yenilirdi ve her zaman kızı korurdu. Kız onun varlığıyla rahatlamıştı.

“Sadece konuşuyor,” diye ekledi Arthfael. “Maltren daha iyi bir savaşçı olsaydı, başkalarına kafasını takmak kendisiyle ilgileniyor olurdu.”

Anvin, Vidar ve Arthfael atlarına binip diğerleriyle birlikte uzaklaşırlarken Kyra olduğu yerden onları izliyor ve düşünüyordu. Neden bazı insanlar nefret eder, diye merak etti. Bir gün bunu anlayıp anlayamayacağını bilmiyordu.

Savaşçılar alanda boydan boya saldırı yapıp, büyük döngüler halinde yarışırlarken Kyra hayranlıkla muhteşem savaş atlarını inceledi ve bir gün kendisinin de bir atı olması için can attı. Alanda daireler çizen adamlara baktı. Duvar boyunca at sürüyorlardı ve atları bazen karda kayıyordu. Adamlar, hevesli yardımcıları tarafından onlara uzatılan mızrakları alıyor ve turu tamamladıklarında uzaktaki hedefleri, dallara asılı kalkanlara, mızrakları fırlatıyordu. Hedefi vurduklarında uzaktan bir metal sesi geliyordu.

At sırtındayken mızrak fırlatmanın göründüğünden çok daha zor olduğunu görebiliyordu ve birkaç adam, özellikle de küçük hedeflere nişan aldıklarında ıskalamıştı. Vurabilenlerin ise Anvin, Vidar, Arthfael ve birkaç kişi daha hariç, pek azı tam merkeze isabet ettirebiliyorlardı. Maltren’in ise birkaç kez ıskaladığını, fısıltı şeklinde küfür ettiğini ve sanki suçlusu oymuş gibi kendisine baktığını fark etmişti.

Kyra da kendisini sıcak tutmak istedi ve asasını çıkartıp elinde döndürüp çevirmeye başladı. Kafasının üzerinde, etrafında, sanki asa canlı bir şeymiş gibi döndürüp çeviriyordu. Hayali düşmanlara vurdu, hayali vuruşları engelledi, boynunun arkasından, belinin çevresinden el değiştirdi. Asa artık onun için üçüncü bir kol gibi olmuştu ve yılların kullanımından sonra ağaç artık eskimişti.

Adamlar alanda daireler çizerken Kyra da kendi küçük eğitim alanında koşuyordu. Adamlar tarafından ihmal edilmiş fakat onun çok sevdiği bir alandı. Bazı ağaçlara bağlı halatların uçlarına zırh parçaları bağlanmıştı ve farklı yüksekliklerde asılmıştı. Kyra ağaçlara doğru koştu, her bir hedefi bir rakip gibi görüp, her birine asasıyla tek tek vurdu. Ağaçların arasında koşup, darbeler indirir, hedefler kendisine doğru geri sallanırken zikzaklar çizip, eğilirken hava metal sesleriyle doldu. Hayalinde muzaffer bir şekilde saldırmış ve savunmuş, hayali düşmanların ordusunu yenmişti.

“Hiç birini öldürebildin mi?” diyen alaycı bir ses duyuldu.

Kyra arkasını döndüğünde Maltren’in gelmiş olduğunu gördü. Atıyla tekrar uzaklaşmadan önce de alaycı bir şekilde güldü. Kız hiddetlenmişti ve birinin ona haddini bildirmesini diledi.

Kyra adamları atlarından inmiş, mızraklarla işleri bitmiş ve açıklığın ortasında bir daire oluştururken gördüğünde bir ara verdi. Yardımcıları onlara doğru koşmuş ve meşeden yapılma, neredeyse çelik kadar ağır, ağaç eğitim kılıçlarını vermişti. Kyra kenarlara tutundu. Adamların birbirleriyle dövüş pozisyonu almalarını izlerken kalp atışları hızlandı ve onlara katılabilmeyi her şeyden çok istedi.

Başlamadan önce Anvin ortaya yürüdü ve adamlara baktı.

“Bu tatil gününde özel bir ödül için dövüşeceğiz,” diye duyurdu. “Kazanan ziyafetin istediği bölümünü seçecek!”

Bir coşku sesi yükseldi ve adamlar birbirlerine saldırıp, ileri geri birbirlerini itmeye başladıklarında, ağaç kılıçların takırtısı havayı doldurdu..

Dövüşler bir boru sesiyle bitiriliyordu. Ne zaman bir savaşçı darbe alsa boru çalınıyordu ve o savaşçı kenara geçiyordu. Boru sık sık çaldı ve saflar azalmaya başladığında adamların çoğu kenara geçmiş izliyordu.

Kyra onlarla birlikte kenarda duruyor, dövüşebilmek için yanıp tutuşuyordu; fakat buna izni yoktu. Fakat o gün doğum günüydü ve artık on beş yaşına girmişti; hazır hissediyordu. Artık varlığını ortaya koymanın vaktinin geldiğini düşünüyordu.

“Onlara katılmama izin!” diye hemen yanında durmakta ve izlemekte olan Anvin’den ricada bulundu.

Anvin kafasını salladı; gözlerini alandan ayırmamıştı.

“Bugün on beş yaşıma giriyorum!” diye ısrar etti. “Dövüşmeme izin ver!”

Anvin ona şüpheci bir bakış attı.

“Burası erkeklerin eğitim alanı,” diye araya girdi Maltren, bir sayı kaybetmesinin ardından kenarda duruyordu. “Genç kızların değil. Diğer yardımcılarla birlikte burada oturabilirsin ve istersek bize su getirebilirsin.”

Kyra kızarmıştı.

“Bir kızın seni yenmesinden bu kadar çok mu korkuyorsun?” diye karşılık verdi. Geri adım atmamıştı ve içinde bir öfke patlaması olduğunu hissetti. Ne de olsa o babasının kızıydı ve kimse onunla bu şekilde konuşamazdı.

Bazı adamlar kıs kıs gülerken bu sefer Maltren kızarmıştı.

“Kız haklı,” diye araya girdi Vidar. “Belki de dövüşmesine izin vermeliyiz. Ne kaybederiz?”

“Neyle dövüşecek?” diye sordu Maltren.

“Asamla!” diye bağırdı Kyra. “Sizin ağaç kılıçlarınıza karşı”

Maltren güldü.

“Ne manzara olurdu,” dedi.

Anvin durmuş ne yapacağını düşünürken tüm gözler ona döndü.

“Yaralanırsan baban beni öldürür,” dedi.

“Yaralanmayacağım,” diye ısrar etti Kyra.

Sonsuzluk kadar uzun gelen bir süre öylece durdu Anvin ve sonunda içini çekti.

“Öyleyse bunda bir zarar görmüyorum,” dedi ve askerlere dönüp ekledi “Başka hiçbir şekilde susmayacaksın. Tabii bu adamların da itirazı yoksa”.

“HAYHAY!” dedi babasının düzinelerce adamı aynı anda. Hepsi de coşkulu bir şekilde Kyra’yı destekliyordu. Kyra bu yüzden onları kelimelerle ifade edebileceğinden daha çok sevdi. Kendisi için duydukları hayranlığı ve babasına duydukları sevginin aynısını kendisine de duyduklarını gördü. Çok fazla arkadaşı yoktu ve bu adamlar onun dünyasıydı.

Maltren dalga geçti.

“Öyleyse bırakalım da kız kendi kendini rezil etsin,” dedi. “Bu ona iyi ve esaslı bir ders olacaktır.”

Bir boru çaldı ve diğer adamlar çemberin dışına çıkarken Kyra içeri girdi.

Kyra, açıkça bu durumu beklemeyen adamların hepsinin gözlerini üzerinde hissetti. Kendisini rakibi, babasının saray zamanlarından beri tanıdığı, otuzlu yaşlarda, uzun, sağlam yapılı, güçlü savaşçıyla yüz yüze buldu. Onu daha önceden gözlemlemiş olduğu için onun iyi bir dövüşçü olduğunu fakat aynı zamanda kendine aşırı güvenen, dövüşün başında saldırıya geçen ve biraz da pervasız olduğunu biliyordu.

 

Somurtmuş bir şekilde Anvin’e döndü.

“Bu nasıl bir aşağılama?” diye sordu. “Bir kızla dövüşmeyeceğim.”

“Benimle dövüşmekten korkarak kendi kendini aşağılıyorsun,” diye cevap verdi Kyra içerlemiş bir şekilde. “İki elim, iki ayağım var, tıpkı senin gibi. Eğer benimle dövüşmeyeceksen yenilgiyi Kabul et!”

Adam şok içinde gözlerini kırptı ve tekrar kaşlarını çattı.

“Pekala, öyleyse,” dedi. “Kaybettikten sonra koşarak babana gitme.”

Tam hızda atağa kalktı, ki kız da böyle olacağını biliyordu. Ağaç kılıcını sert bir şekilde havaya kaldırmıştı ve kızın omuzlarını hedef alarak aşağı indirdi. Bu hareket Kyra’nın beklediği bir hareketti. Onu, kollarının ne yapacağını acemice ele veren bu hareketi yaparken defalarca izlemişti. Ağaç kılıcı çok güçlüydü fakat asasının karşısında çok ağır ve beceriksizdi.

Kyra onu dikkatle izledi ve son ana kadar bekledi. Daha sonra yana çekildi ve güçlü vuruşun yanında patlamasını sağladı. Aynı anda asasını etrafından savurup adamın omzuna geçirdi.

Adam yana doğru tökezlerken inledi. Olduğu yerde kaldı. Donakalmış, sinirlenmiş ve yenildiğini kabul etmek konumuna düşmüştü.

“Başka isteyen?” diye sordu Kyra. Adamların oluşturduğu çembere döndü. Yüzünde geniş bir gülümseme vardı.

Adamların birçoğu onunla açıkça gurur duyduğunu gösterecek şekilde gülümsüyordu. Bu kadar büyümüş ve bu noktaya gelmiş olmasıyla gurur duyuyorlardı. Elbette, yeniden kaşlarını çatan Maltren hariç. Bir başka asker yüzünde ciddi bir ifadeyle ortaya gelene kadar, kıza tekrar meydan okuyacakmış gibi görünüyordu. Bu adam daha kısa, daha kalıplıydı. Dağınık kızıl bir sakalı ve sert bakışları vardı. Kyra bu rakibinin kılıcını önceki rakibinden daha dikkatli tuttuğunu söyleyebilirdi. Bu hareketi bir iltifat olarak Kabul etti. Nihayet onu ciddiye almaya başlamışlardı.

Adam saldırdı. Kyra neden olduğunu anlamadığı bir sebepten ne yapması gerektiğini çok kolay bir şekilde çözmüştü. Sanki içgüdüleri harekete geçmiş ve kontrolü ele almış gibiydi. Kendisini bu, ağır zırhlar ve kalın, ağaç kılıçlar taşıyan adamlardan çok daha hafif ve atik hissetti. Hepsi de güçlerini dövüşüyordu ve rakiplerinin kafa tutup onları engellemelerini bekliyordu. Fakat Kyra onları ittirmekten mutluydu ve onların kurallarıyla dövüşmeyi reddediyordu. Onlar güçlerini dövüşüyordu fakat kız hızla dövüşüyordu.

Kyra’nın asası ellerinde sanki onun bir uzantısıymış gibi hareket etti. Asasını o kadar hızlı savuruyordu ki, rakiplerinin tepki vermeye vakti olmuyor, onlar daha bir hareketin ortasındayken arkalarına geçmiş oluyordu. Yeni rakibi göğsünü hedef alarak geldi fakat o çok hafif kenara çekilip asasını savurdu ve adamın bileğine vurup kılıcın elinden düşmesini sağladı. Daha sonra asayı etrafından dolaştırıp diğer ucunu adamın kafasına indirdi.

Boru sesi puanın ona gittiğini belirtti. Rakibi şaşkınlık içinde ona bakıyordu. Kılıcı yerdeydi ve alnını tutuyordu. Kyra serine bakarken kendisinin hala ayakta olduğunu fark etti ve kendisinden biraz da olsa ürktü.

Kyra yenilmek istenen kişi haline gelmişti ve adamlar, artık hiçbir tereddütleri olmadan, ona karşı yeteneklerini test etmek için sıraya girmişti.

Alacakaranlıkta meşaleler yakılırken kar fırtınası bastırdı ve Kyra rakip üstüne rakiple karşılaştı. Artık hiçbiri gülmüyordu; aksine ifadeleri son derece ciddiydi. Hiçbiri ona dokunamamıştı bile ve ona yenilmişlerdi. Ambale olmuş ve açık şekilde sinirlenmişlerdi. Bir adama karşı, adam ona saldırırken kafasının üzerinden sıçramış, havada dönüp adamın arkasında yere inmiş ve asasını omzuna indirmişti. Bir diğeri için, eğilmiş, yuvarlanmış, asasını tuttuğu elini değiştirmiş ve sol eliyle bitirici bir vuruş yapmıştı. Her biri için farklı hareketler yapıyordu. Bazen jimnastikçi gibi bazen de kılıç ustası gibiydi ve kimse ne yapacağını tahmin edemiyordu. Adamların hepsi de utanç içinde kenara geçmişti ve yenilgiyi kabul edişlerine hayret ediyorlardı.

Sonunda bir avuç adam kalmıştı. Kyra çemberin ortasında durdu. Güçlükle nefes alıyor ve yeni bir rakip bulmak için etrafına bakıyordu. Anvin, Vidar ve Arthfael kenardan, yüzlerinde geniş bir gülümseme ve hayranlık ifadesiyle onu izlemişlerdi. Babası orada olup bunlara tanık olarak onunla gurur duyamayacak olsa da hiç olmazsa bu adamlar onunla gurur duyuyorlardı.

Kyra bir adamı daha dizinin arkasına yaptığı bir vuruşla yendi ve bir kez daha boru çaldı. Artık ona karşı çıkacak kimse kalmamıştı. Maltren çemberin ortasına geldi.

“Çocuk oyuncağı,” dedi kavgacı bir ses tonuyla ona doğru yürürken. “Bir odun parçasını istediğin kadar çevirebilirsin. Savaşta bu hiçbir işine yaramaz. Gerçek bir kılıç karşısında asan ikiye bölünürdü.”

“Öyle mi?” diye sordu, cüretkâr ve korkusuz bir şekilde. Babasının kanının damarlarında dolaştığını hissediyordu ve bu kabadayılıkla yüzleşmesi gerektiği biliyordu; özellikle de bu adamlar onu izlerken.

“Peki, neden denemiyoruz?” diye kışkırttı.

Maltren şaşırmış bir şekilde gözlerini kırptı. Böyle bir tepkiyi beklemediği çok belliydi. Gözlerini kıstı.

“Neden mi?” diye karşılık verdi. “Böylece babanın korumasına kaçabileceksin değil mi?”

“Babamın korumasına ihtiyacım yok. Veya başka herhangi birinin,” diye yanıtladı. “Bu seninle benim aramızda; ne olursa olsun.”

Maltren Anvin’e baktı. Kendisini çıkamayacağı bir çukura sokup sokmadığını bilememekten açıkça rahatsızdı.

Anvin de aynı şekilde rahatsız olmuş olarak ona baktı.

“Burada ağaç kılıçlarla dövüşürüz,” dedi. “Benim gözetimim altında, komutanımızın kızı bir yana, kimsenin yaralanmasına izin vermem.”

Fakat Maltren’in gözleri kararmıştı.

“Kız gerçek silahlar istiyor,” dedi, sesi sertti, “bu durumda bizim de isteğini yerine getirmemiz gerekiyor. Belki de bir hayat dersi alır.”

Maltren daha fazla beklemeden alanı geçti ve gerçek kılıcını kınından çekti. Kılıcın sesi havada yankılanırken hızla geri döndü. Havadaki gerilim artarken herkes suspus olmuş, ne yapacağını bilemez haldeydi.

Kyra Maltren’e döndü. Ellerinin, soğuğa ve meşalelerdeki alevleri sağa sola oynatan sert rüzgâra rağmen avuç içlerinin terlediğini hissetti. Çizmelerinin altında çıtırdayan karın buza dönmekte olduğunu hissedebiliyordu. Kendini odaklanmaya zorladı. Konsantre olmalıydı. Bunun sıradan bir kavga olmayacağını biliyordu.

Maltren kızın gözünü korkutmak için keskin bir çığlık attı ve meşale alevleriyle parlayan kılıcını havaya kaldırıp saldırdı. Maltren’in diğerlerinden farklı bir savaşçı olduğunu biliyordu. Daha kestirilmesi zor, daha az onurlu ve kazanmaktansa hayatta kalmak için savaşan bir adamdı. Doğrudan göğsünü hedef alarak kılıcı savurmasına şaşırmıştı.

Kyra eğilerek kenara çekildi ve kılıç yanından geçti.

Kalabalığın nefesi kesilmişti ve Anvin, Vidar ve Arthfael öne çıktı.

“Maltren!” diye bağırdı Anvin. Öfkeliydi ve onu durdurmaya hazırdı.

“Hayır!” dedi Kyra, Maltren yeniden üstüne gelirken zor nefes alıyordu ve adama odaklanmış kalmaya çalıştı. “Bırak dövüşelim!”

Maltren aniden etrafında döndü ve bir kez daha kılıcını savurdu, bir kez daha ve bir kez daha. Her seferinde kız kenara çekildi, geri adım attı veya kılıcın üzerinden atladı. Adam güçlüydü ama kendisi kadar hızlı değildi.

Sonunda kılıcını havaya kaldırdı ve doğrudan üstüne doğru indirdi. Kızın asasıyla karşı koymasını bekliyordu ve asayı ikiye bölmeyi.

Fakat Kyra bunu yapmasının beklediğini anladı ve onun yerine yana bir adım atıp asasını yana doğru savurdu. Kılıcın keskin olmayan yanına vurmuştu ve asasını korumuştu. Aynı anda açıklığın avantajını kullandı ve adamın karın boşluğuna asasını geçirdi.

Adamın nefesi kesildi, bir dizinin üstüne düştü ve boru sesi duyuldu.

Ardından büyük bir tezahürat koptu. Bütün adamlar, Maltren’in başında dikilen kıza gururla bakıyordu; galibe…

Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»